- Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.
- ای خران کور این سو دامهاست ** در کمین این سوی خونآشامهاست
- Oklar uçuşup durmakta, yay, gayb âleminde gizli. Gençlere yüzlerce ihtiyarlık okları erişmekte.
- تیرها پران کمان پنهان ز غیب ** بر جوانی میرسد صد تیر شیب
- Gönül ovasına adım atmak gerek. Çünkü bu ovada ferahlık, genişlik, neşe olamaz.
- گام در صحرای دل باید نهاد ** زانک در صحرای گل نبود گشاد
- Dostlar, gönül, eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar, gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var. 515
- ایمن آبادست دل ای دوستان ** چشمهها و گلستان در گلستان
- Yolcu, kalbe yürü, orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var orada, akan sular var orada.
- عج الی القلب و سر یا ساریه ** فیه اشجار و عین جاریه
- Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hâle sokar… Aklı nursuz, fersiz bir hâle getirir.
- ده مرو ده مرد را احمق کند ** عقل را بی نور و بی رونق کند
- Ey seçilmiş temiz adam, Peygamber’in sözünü dinle. Köyde yurt tutmak, aklın mezarıdır.
- قول پیغامبر شنو ای مجتبی ** گور عقل آمد وطن در روستا
- Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine gelemez.
- هر که را در رستا بود روزی و شام ** تا بماهی عقل او نبود تمام
- Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki? 520
- تا بماهی احمقی با او بود ** از حشیش ده جز اینها چه درود
- Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır.
- وانک ماهی باشد اندر روستا ** روزگاری باشدش جهل و عمی
- Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh!
- ده چه باشد شیخ واصل ناشده ** دست در تقلید و حجت در زده
- Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.
- پیش شهر عقل کلی این حواس ** چون خران چشمبسته در خراس
- Bunu geç de hikâyeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al.
- این رها کن صورت افسانه گیر ** هل تو دردانه تو گندمدانه گیر
- İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu tarafa at sür. 525
- گر بدر ره نیست هین بر میستان ** گر بدان ره نیستت این سو بران
- Zahir, eğri büğrü uçsa bile sen zahirine bak. Zahir, nihayet insanı bâtına götürür.
- ظاهرش گیر ار چه ظاهر کژ پرد ** عاقبت ظاهر سوی باطن برد
- Her insanın evveli suretten ibarettir. Ondan sonra can gelir ki can, manevi güzellik, ahlâk güzelliğidir.
- اول هر آدمی خود صورتست ** بعد از آن جان کو جمال سیرتست
- Her meyvenin evveli suretten başka nedir ki? Ondan sonra lezzet gelir ki lezzet, meyvenin manasıdır.
- اول هر میوه جز صورت کیست ** بعد از آن لذت که معنی ویست
- Önce çadır kurarlar da sonra Türkü konuk çağırırlar.
- اولا خرگاه سازند و خرند ** ترک را زان پس به مهمان آورند
- Bil ki suretin çadırıdır, mânan Türk. Mânan bil ki kaptandır, suretin gemi! 530
- صورتت خرگاه دان معنیت ترک ** معنیت ملاح دان صورت چو فلک
- Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!
- بهر حق این را رها کن یک نفس ** تا خر خواجه بجنباند جرس
- Şehirliyle akrabasının köye gitmeleri
- رفتن خواجه و قومش به سوی ده
- Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar.
- خواجه و بچگان جهازی ساختند ** بر ستوران جانب ده تاختند
- Hayvanlarını neşeli neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler.
- شادمانه سوی صحرا راندند ** سافروا کی تغنموا بر خواندند
- Ay, sefer ede ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?
- کز سفرها ماه کیخسرو شود ** بی سفرها ماه کی خسرو شود
- Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir. 535
- از سفر بیدق شود فرزین راد ** وز سفر یابید یوسف صد مراد
- Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar,
- روز روی از آفتابی سوختند ** شب ز اختر راه میآموختند