- Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır. 545
- هر که را با مرده سودایی بود ** بر امید زندهسیمایی بود
- Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle.
- آن دروگر روی آورده به چوب ** بر امید خدمت مهروی خوب
- Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.
- بر امید زندهای کن اجتهاد ** کو نگردد بعد روزی دو جماد
- Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir.
- مونسی مگزین خسی را از خسی ** عاریت باشد درو آن مونسی
- Ananla, babanla munistin, Allah’tan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?
- انس تو با مادر و بابا کجاست ** گر بجز حق مونسانت را وفاست
- Hak’tan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu? 550
- انس تو با دایه و لالا چه شد ** گر کسی شاید بغیر حق عضد
- Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
- انس تو با شیر و با پستان نماند ** نفرت تو از دبیرستان نماند
- O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
- آن شعاعی بود بر دیوارشان ** جانب خورشید وا رفت آن نشان
- Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
- بر هر آن چیزی که افتد آن شعاع ** تو بر آن هم عاشق آیی ای شجاع
- Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
- عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
- O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir. 555
- چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند
- Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
- از زر اندود صفاتش پا بکش ** از جهالت قلب را کم گوی خوش
- Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
- کان خوشی در قلبها عاریتست ** زیر زینت مایهی بی زینتست
- Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
- زر ز روی قلب در کان میرود ** سوی آن کان رو تو هم کان میرود
- Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
- نور از دیوار تا خور میرود ** تو بدان خور رو که در خور میرود
- Ondan sonrada mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste. 560
- زین سپس پستان تو آب از آسمان ** چون ندیدی تو وفا در ناودان
- Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?
- معدن دنبه نباشد دام گرگ ** کی شناسد معدن آن گرگ سترگ
- O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.
- زر گمان بردند بسته در گره ** میشتابیدند مغروران به ده
- Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
- همچنین خندان و رقصان میشدند ** سوی آن دولاب چرخی میزدند
- Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar,
- چون همیدیدند مرغی میپرید ** جانب ده صبر جامه میدرید
- Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar, 565
- هر که میآمد ز ده از سوی او ** بوسه میدادند خوش بر روی او
- “Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.
- گر تو روی یار ما را دیدهای ** پس تو جان را جان و ما را دیدهای
- Mecnun’un, Leylâ’nın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
- نواختن مجنون آن سگ را کی مقیم کوی لیلی بود
- Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.
- همچو مجنون کو سگی را مینواخت ** بوسهاش میداد و پیشش میگداخت
- Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
- گرد او میگشت خاضع در طواف ** هم جلاب شکرش میداد صاف
- Bir herzevekil dedi: “A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemlik,
- بوالفضولی گفت ای مجنون خام ** این چه شیدست این که میآری مدام