English    Türkçe    فارسی   

3
545-569

  • Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır. 545
  • هر که را با مرده سودایی بود ** بر امید زنده‌سیمایی بود
  • Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle.
  • آن دروگر روی آورده به چوب ** بر امید خدمت مه‌روی خوب
  • Sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.
  • بر امید زنده‌ای کن اجتهاد ** کو نگردد بعد روزی دو جماد
  • Aşağılık yüzünden bir saman çöpünü kendine munis olarak seçme. Onun munisliği ariyettir.
  • مونسی مگزین خسی را از خسی ** عاریت باشد درو آن مونسی
  • Ananla, babanla munistin, Allah’tan başka munislerin sana vefakârsa hani o ünsiyet?
  • انس تو با مادر و بابا کجاست ** گر بجز حق مونسانت را وفاست
  • Hak’tan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu? 550
  • انس تو با دایه و لالا چه شد ** گر کسی شاید بغیر حق عضد
  • Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti.
  • انس تو با شیر و با پستان نماند ** نفرت تو از دبیرستان نماند
  • O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.
  • آن شعاعی بود بر دیوارشان ** جانب خورشید وا رفت آن نشان
  • Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun.
  • بر هر آن چیزی که افتد آن شعاع ** تو بر آن هم عاشق آیی ای شجاع
  • Her vara taallûk eden aşkın, Allah vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahirî güzelliğinden değil.
  • عشق تو بر هر چه آن موجود بود ** آن ز وصف حق زر اندود بود
  • O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir. 555
  • چون زری با اصل رفت و مس بماند ** طبع سیر آمد طلاق او براند
  • Onun yaldızlı, zahirî sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.
  • از زر اندود صفاتش پا بکش ** از جهالت قلب را کم گوی خوش
  • Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir. O süsün, püsün altında süssüzlük vardır.
  • کان خوشی در قلبها عاریتست ** زیر زینت مایه‌ی بی زینتست
  • Kalpın üstündeki altın, madenine gider. Sen de onun gittiği madene git.
  • زر ز روی قلب در کان می‌رود ** سوی آن کان رو تو هم کان می‌رود
  • Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana lâyık olan o güneşe git.
  • نور از دیوار تا خور می‌رود ** تو بدان خور رو که در خور می‌رود
  • Ondan sonrada mademki oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste. 560
  • زین سپس پستان تو آب از آسمان ** چون ندیدی تو وفا در ناودان
  • Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?
  • معدن دنبه نباشد دام گرگ ** کی شناسد معدن آن گرگ سترگ
  • O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.
  • زر گمان بردند بسته در گره ** می‌شتابیدند مغروران به ده
  • Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura ura yürüdüler.
  • همچنین خندان و رقصان می‌شدند ** سوی آن دولاب چرخی می‌زدند
  • Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar,
  • چون همی‌دیدند مرغی می‌پرید ** جانب ده صبر جامه می‌درید
  • Köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar, 565
  • هر که می‌آمد ز ده از سوی او ** بوسه می‌دادند خوش بر روی او
  • “Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen, bizim canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.
  • گر تو روی یار ما را دیده‌ای ** پس تو جان را جان و ما را دیده‌ای
  • Mecnun’un, Leylâ’nın civarında oturan bir köpeğe iltifatı
  • نواختن مجنون آن سگ را کی مقیم کوی لیلی بود
  • Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.
  • همچو مجنون کو سگی را می‌نواخت ** بوسه‌اش می‌داد و پیشش می‌گداخت
  • Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona sâf şeker şerbeti veriyordu.
  • گرد او می‌گشت خاضع در طواف ** هم جلاب شکرش می‌داد صاف
  • Bir herzevekil dedi: “A ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemlik,
  • بوالفضولی گفت ای مجنون خام ** این چه شیدست این که می‌آری مدام