- Fakat nerede bir Mustafa ki cismi can olsun da “Er rahman, Allemel Kur’an- Rahman, ona Kur’an’ı öğretti” sırrına ersin.
- مصطفایی کو که جسمش جان بود ** تا که رحمن علمالقرآن بود
- Ten ehlinin hepsi kalemle, okuyup yazmakla öğrenir, öğretir. Allah kereminin bolluğuyla kalemi, öğretiş ve öğrenişe vasıta halk etmiştir.
- اهل تن را جمله علم بالقلم ** واسطه افراشت در بذل کرم
- Oğul, her hırs sahibi mahrumdur. Harisler gibi öyle koşma, aheste aheste yürü. 595
- هر حریصی هست محروم ای پسر ** چون حریصان تگ مرو آهستهتر
- Şehirli ve çoluk çocuğu da o yolda karada yaşayan kuşun suda çektiği eziyet ve zahmet gibi eziyetler, zahmetler çektiler.
- اندر آن ره رنجها دیدند و تاب ** چون عذاب مرغ خاکی در عذاب
- Köye de karınları toktu artık, köylüye de. Öyle usta olmadan şeker yapmaya da doymuşlardı, hatta.
- سیر گشته از ده و از روستا ** وز شکرریز چنان نا اوستا
- Şehirliyle akrabasının köye varmaları, köylünün onları tanımazlıktan gelmesi
- رسیدن خواجه و قومش به ده و نادیده و ناشناخته آوردن روستایی ایشان را
- Bir ay sonra kendileri perişan, hayvanları yemsiz bir hâlde o köye vardılar.
- بعد ماهی چون رسیدند آن طرف ** بینوا ایشان ستوران بی علف
- Köylüye bak ki kötü niyeti yüzünden falan feşman diye zırvalamaya,
- روستایی بین که از بدنیتی ** میکند بعد اللتیا والتی
- Gündüzleri, bağına, bahçesine yüz tutmasınlar diye onlardan yüzünü gizlemeye koyuldu. 600
- روی پنهان میکند زیشان بروز ** تا سوی باغش بنگشایند پوز
- Gizlediği yüz de zaten tamamıyla hile ve riyadan ibaretti. Öyle yüzün, Müslümanlardan gizli kalması daha iyi.
- آنچنان رو که همه رزق و شرست ** از مسلمانان نهان اولیترست
- Öyle yüzler vardır ki şeytanlar, sinek gibi başına üşüşür, bekçi gibi orada yurt tutar, otururlar.
- رویها باشد که دیوان چون مگس ** بر سرش بنشسته باشند چون حرس
- Bu çeşit adamların suratını gördün mü ya bakma yahut da mademki baktın, hoşlanıp gülme.
- چون ببینی روی او در تو فتند ** یا مبین آن رو چو دیدی خوش مخند
- O çeşit habis ve âsi suratlar hakkında Allah, “Alnının perçeminden yakalar, çekeriz” dedi.
- در چنان روی خبیث عاصیه ** گفت یزدان نسفعن بالناصیه
- Konuklar, köylünün evini sorup buldular, akraba ve bildikleri gibi kapıya koştular. 605
- چون بپرسیدند و خانهش یافتند ** همچو خویشان سوی در بشتافتند
- Köylünün evindekiler kapıyı kapadılar. Şehirli, bu aykırı hareketten deli gibi oldu.
- در فرو بستند اهل خانهاش ** خواجه شد زین کژروی دیوانهوش
- Fakat zaten sertlik gösterilecek zaman değildi. Kuyuya düştükten sonra sertliğin ne faydası var?
- لیک هنگام درشتی هم نبود ** چون در افتادی بچه تیزی چه سود
- Tam beş gün, geceleri soğuktan üşüyerek, gündüzleri sıcaktan yanıp yakılarak kapısının önünde kaldılar.
- بر درش ماندند ایشان پنج روز ** شب بسرما روز خود خورشیدسوز
- Orada kalışları ne gafilliklerindendi, ne eşekliklerinden. Zaruretten, açlık ve susuzluk yüzündendi.
- نه ز غفلت بود ماندن نه خری ** بلک بود از اضطرار و بیخری
- İyiler, zaruret yüzünden kötülerle bağdaşırlar. Adam, zaruret yüzünden ölü eti bile yer! 610
- با لیمان بسته نیکان ز اضطرار ** شیر مرداری خورد از جوع زار
- Şehirli, köylüyü gördükçe selâm vermekte, “ Yahu, ben filan kişiyim, adım da şu” demekteydi.
- او همیدیدش همیکردش سلام ** که فلانم من مرا اینست نام
- Köylü ”Olabilir. Fakat sen kimsin, nesin, ben ne bileyim? Belki kötü bir adamsın, belki temiz bir adam.
- گفت باشد من چه دانم تو کیی ** یا پلیدی یا قرین پاکیی
- Şehirli dedi ki: “Bu an, tam kıyamete benzedi: Kardeş, kardeşinden kaçmada!”
- گفت این دم با قیامت شد شبیه ** تا برادر شد یفر من اخیه
- Şehirli, köylüye “ Soframdan fazlasıyla yemek yemedin mi sen? Ben o adam değil miyim?
- شرح میکردش که من آنم که تو ** لوتها خوردی ز خوان من دوتو
- Filan gün sana feşman şey almadım mıydı, seninle buluşup görüşmez miydik? 615
- آن فلان روزت خریدم آن متاع ** کل سر جاوز الاثنین شاع
- Halk, aramızda ki sevgiyi duymuş, işitmiştir. Boğaz, nimet yerse yüz utanır” diye anlatıp duruyor.
- سر مهر ما شنیدستند خلق ** شرم دارد رو چو نعمت خورد حلق
- Köylü de “Saçma sapan ne söylenip duruyorsun ki? Ne seni tanıyorum, ne adını, ne yerini!” diyordu.
- او همیگفتش چه گویی ترهات ** نه ترا دانم نه نام تو نه جات