- Buna benzer bir şey görmediği için münkir idraki bunu da kavramaz.
- جنس چیزی چون ندید ادراک او ** نشنود ادراک منکرناک او
- İşte cihandaki halk da buna benzer. Abdal, onlara öbür âlemden bahsetti mi,
- همچنانک خلق عام اندر جهان ** زان جهان ابدال میگویندشان
- “Bu dünya kapkaranlık, dapdaracık bir kuyudur… Bu kuyunun dışında renksiz, kokusuz bir âlem var” dedi mi.
- کین جهان چاهیست بس تاریک و تنگ ** هست بیرون عالمی بی بو و رنگ
- Bu söz onların hiçbirinin kulağına girmez. Çünkü bu dünya tamahı, kuvvetli ve büyük yerdedir. 65
- هیچ در گوش کسی زیشان نرفت ** کین طمع آمد حجاب ژرف و زفت
- Tamah, kulağa bir şey duyurmaz. Garez, gözü kapar adama bir şey anlatmaz.
- گوش را بندد طمع از استماع ** چشم را بندد غرض از اطلاع
- Nitekim o ana karnındaki çocuk da kana tamah ettiğinden, o aşağılık yurtlara kan, onun gıdası olduğundan.
- همچنانک آن جنین را طمع خون ** کان غذای اوست در اوطان دون
- Tamah ona bu âleme sözü duyurmaz. Bedendeki kanı, gönlüne sevdirir.
- از حدیث این جهان محجوب کرد ** غیر خون او مینداند چاشت خورد
- Hırslarından fil yavrularını yiyenler ve yemeyin diyenin öğüdünü dinlemeyenler
- قصهی خورندگان پیلبچه از حرص و ترک نصیحت ناصح
- Bilmem işittin mi? Akıllı, bir adam, Hindistan’ da dostlarından iki üç kişinin
- آن شنیدی تو که در هندوستان ** دید دانایی گروهی دوستان
- Uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü. 70
- گرسنه مانده شده بیبرگ و عور ** میرسیدند از سفر از راه دور
- Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı.
- مهر داناییش جوشید و بگفت ** خوش سلامیشان و چون گلبن شکفت
- “Biliyorum… Karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan âdeta Kerbelâ’ya düşmüşsünüz, bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.
- گفت دانم کز تجوع وز خلا ** جمع آمد رنجتان زین کربلا
- Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin.
- لیک الله الله ای قوم جلیل ** تا نباشد خوردتان فرزند پیل
- Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır… Benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin.
- پیل هست این سو که اکنون میروید ** پیلزاده مشکرید و بشنوید
- Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir. 75
- پیلبچگانند اندر راهتان ** صید ایشان هست بس دلخواهتان
- Onlar pek kuvvetsiz. Pek lâtif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.
- بس ضعیفاند و لطیف و بس سمین ** لیک مادر هست طالب در کمین
- Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evlâdını arar durur.
- از پی فرزند صد فرسنگ راه ** او بگردد در حنین و آه آه
- Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi.
- آتش و دود آید از خرطوم او ** الحذر زان کودک مرحوم او
- Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın… Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır.
- اولیا اطفال حقاند ای پسر ** غایبی و حاضری بس با خبر
- Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allah’tır. 80
- غایبی مندیش از نقصانشان ** کو کشد کین از برای جانشان
- Allah dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik âlemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.
- گفت اطفال مناند این اولیا ** در غریبی فرد از کار و کیا
- Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de.
- از برای امتحان خوار و یتیم ** لیک اندر سر منم یار و ندیم
- Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzilerimdir.
- پشتدار جمله عصمتهای من ** گوییا هستند خود اجزای من
- Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler, fakat yine de hepsi bir vücuttur.”
- هان و هان این دلقپوشان مناند ** صد هزار اندر هزار و یک تناند
- Öyle olmasaydı bir tek Musa, bir tek sopa ile Firavunun altını üstüne getirebilir miydi? 85
- ورنه کی کردی به یک چوبی هنر ** موسیی فرعون را زیر و زبر
- Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi?
- ورنه کی کردی به یک نفرین بد ** نوح شرق و غرب را غرقاب خود