- Hükmünde binlerce müneccim, binlerce düş yorucu, binlerce büyücü vardı.
- از منجم بود در حکمش هزار ** وز معبر نیز و ساحر بیشمار
- Firavuna rüyasında Musa’nın doğacığını, Firavun’u ve saltanatını mahvedeceğini göstermişlerdi.
- مقدم موسی نمودندش بخواب ** که کند فرعون و ملکش را خراب
- Düş yorucularla müneccimlere “Bu hayâlin, bu kötü rüyanın delâlet ettiği şeyi nasıl defetmeli?” dedi.
- با معبر گفت و با اهل نجوم ** چون بود دفع خیال و خواب شوم
- Hepsi de dediler ki: “Bir tedbirde bulunalım, çocuğun doğmasına mâni olalım”
- جمله گفتندش که تدبیری کنیم ** راه زادن را چو رهزن میزنیم
- Doğum gecesi gelince Firavun kulları şu tedbiri kabul ettiler, şunu münasip gördüler: 845
- تا رسید آن شب که مولد بود آن ** رای این دیدند آن فرعونیان
- O gün İsrailoğullarını erkenden meydana, padişahın huzuruna götüreceklerdi.
- که برون آرند آن روز از پگاه ** سوی میدان بزم و تخت پادشاه
- “Ey İsrail oğulları, haydin… Sizi padişah filân yerde huzuruna çağırıyor.
- الصلا ای جمله اسرائیلیان ** شاه میخواند شما را زان مکان
- Sizi örtüsüz, nikapsız yüzünü gösterecek, sevaba ermek üzere size ihsanlarda bulunacak” diye tellâllar bağıracaklardı.
- تا شما را رو نماید بی نقاب ** بر شما احسان کند بهر ثواب
- Çünkü o esirler, Firavuna hiç yaklaşmazlardı, onu görmelerine izin yoktu.
- کان اسیران را بجز دوری نبود ** دیدن فرعون دستوری نبود
- Hatta yolda ona rastlasalar yüzükoyun yere kapanmaları emredilmişti. 850
- گر فتادندی به ره در پیش او ** بهر آن یاسه بخفتندی برو
- Kanun buydu: hiçbir esir, ister vakitli olsun, ister vakitsiz, o padişahın yüzünü göremeyecek.
- یاسه این بد که نبیند هیچ اسیر ** در گه و بیگه لقای آن امیر
- Yolda çavuşların seslerini duydu mu, yüzünü görmemek için duvara dönecekti.
- بانگ چاووشان چو در ره بشنود ** تا ببیند رو به دیواری کند
- Şayet yüzünü görürse mücrim sayılır, başına gelecek en kötü şeyler gelip çatardı.
- ور ببیند روی او مجرم بود ** آنچ بتر بر سر او آن رود
- Onlarda görmeleri men edilen o yüzü görmeyi pek isterlerdi. İnsan men edildiği şeye haristir derler.
- بودشان حرص لقای ممتنع ** چون حریصست آدمی فیما منع
- İsrailoğullarını, Musa aleyhisselâm’ın doğumuna mâni olmak üzere meydana çağırmaları
- به میدان خواندن بنی اسرائیل برای حیلهی ولادت موسی علیه السلام
- (Tellâllar bağırdılar:) “Esirler, meydana doğru koşun. Umulur ki padişahlar padişahı, size yüzünü gösterecek. İhsanlarda bulunacak!” 855
- ای اسیران سوی میدانگه روید ** کز شهانشه دیدن و جودست امید
- İsrailoğulları bu müjdeyi duyunca padişahın didarına susuz ve müştak olduklarından,
- چون شنیدند مژده اسرائیلیان ** تشنگان بودند و بس مشتاق آن
- Hileye inandılar. Süslenip püslenip o tarafa doğru koştular.
- حیله را خوردند و آن سو تاختند ** خویشتن را بهر جلوه ساختند
- Hani şunun gibi: Burada da hilekâr Moğollar, “Mısırlılardan birini arıyoruz.
- همچنان کاینجا مغول حیلهدان ** گفت میجویم کسی از مصریان
- Mısırlıları bu tarafa toplayın da aradığımızı ele geçirelim” derler.
- مصریان را جمع آرید این طرف ** تا در آید آنک میباید بکف
- Kim gelirse “ hayır bu değil. Sen geç oracıkta otur” derler de, 860
- هر که میآمد بگفتا نیست این ** هین در آ خواجه در آن گوشه نشین
- Bu suretle herkes derlenip toparlandı mı bu hileyle hepsinin boynunu vururlar.
- تا بدین شیوه همه جمع آمدند ** گردن ایشان بدین حیلت زدند
- Onlar, ezan sesi duyunca Allah davetçisine uymazlardı ya… Onun şomluğu yüzünden.
- شومی آنک سوی بانگ نماز ** داعی الله را نبردندی نیاز
- Hilekâr Moğolların daveti, onları ölüme kadar çekti, sürdü. Akıllı kişi, sakın Şeytan’ın hilesinden!
- دعوت مکارشان اندر کشید ** الحذر از مکر شیطان ای رشید
- Yoksulların, muhtaçların seslerini içesiye duy da hilebaz kişinin sesi, kulağını tutup çekmesin!
- بانگ درویشان و محتاجان بنوش ** تا نگیرد بانگ محتالیت گوش
- Yoksullar, tamahkâr ve kötü huylu adamlarsa bile sen yine gönül sahibini onların içinde ara! 865
- گر گدایان طامعاند و زشتخو ** در شکمخواران تو صاحبدل بجو