- Tam o sırada meydandaki halktan naralar duyulmaya, yer, gök naralarla dolmaya başladı. 890
- در زمان از سوی میدان نعرهها ** میرسید از خلق و پر میشد هوا
- Firavun, bu naralardan korkup sıçradı, gürültünün ne olduğunu anlamak için yalınayak koştu.
- شاه از آن هیبت برون جست آن زمان ** پابرهنه کین چه غلغلهاست هان
- Meydandan gelen ve dehşetinden cinleri, perileri bile korkutan bu nâralar, bu gürültüler nedir anlamak istiyordu.
- از سوی میدان چه بانگست و غریو ** کز نهیبش میرمد جنی و دیو
- İmran, “ Padişahımızın ömrü uzun olsun… İsrailoğulları, lütfundan neşeleniyorlar.
- گفت عمران شاه ما را عمر باد ** قوم اسرائیلیانند از تو شاد
- İhsanlarına seviniyorlar, oynuyorlar, ellerini çırpıyorlar “dedi.
- از عطای شاه شادی میکنند ** رقص میآرند و کفها میزنند
- Firavun dedi ki” Olabilir. Fakat beni adamakıllı bir vehim, bir endişedir kapladı. 895
- گفت باشد کین بود اما ولیک ** وهم و اندیشه مرا پر کرد نیک
- Firavunun o sesten korkması
- ترسیدن فرعون از آن بانگ
- Bu gürültü, asabımı bozdu. Bu acı dertle, kederle âdeta beni kocattı.”
- این صدا جان مرا تغییر کرد ** از غم و اندوه تلخم پیر کرد
- Padişah, bütün gece ağrısı tutmuş gebe kadın gibi bir yandan bir yana gidip geliyor.
- پیش میآمد سپس میرفت شه ** جمله شب او همچو حامل وقت زه
- Her an “İmran, bu nâralar, beni dehşetle yerimden sıçrattı” diyordu.
- هر زمان میگفت ای عمران مرا ** سخت از جا برده است این نعرهها
- Zavallı İmran’ın kudreti yoktu ki karısıyla buluştuğunu söylesin.
- زهره نه عمران مسکین را که تا ** باز گوید اختلاط جفت را
- Karısı gebe kalınca gökte Musa’nın yıldızının belirdiğini anlatsın. 900
- که زن عمران به عمران در خزید ** تا که شد استارهی موسی پدید
- Her peygamber, ana rahmine düşünce yıldızı da gökte zuhur eder, parlamaya başlar.
- هر پیمبر که در آید در رحم ** نجم او بر چرخ گردد منتجم
- Gökte Musa aleyhisselâm’ın yıldızının belirmesi ve meydanda müneccimlerin feryadı
- پیدا شدن استارهی موسی علیه السلام بر آسمان و غریو منجمان در میدان
- Kör Firavunun hilelerine, tedbirlerine rağmen gökyüzünde Musa’nın yıldızı belirdi.
- بر فلک پیدا شد آن استارهاش ** کوری فرعون و مکر و چارهاش
- Sabah olunca İmran’a “Git de o gürültünün, o patırtının ne olduğunu anla” dedi.
- روز شد گفتش که ای عمران برو ** واقف آن غلغل و آن بانگ شو
- İmran, meydana koşup “Bu ne gürültüydü? Padişahlar padişahı uyuyamadı” deyince,
- راند عمران جانب میدان و گفت ** این چه غلغل بود شاهنشه نخفت
- Her müneccim, yaslılar gibi başı açık, yeni yakası yırtık bir halde toprağı öptü. 905
- هر منجم سر برهنه جامهپاک ** همچو اصحاب عزا بوسیده خاک
- Yaslılar gibi sesleri ses veriyor, feryatları ortalığı dolduruyordu.
- همچو اصحاب عزا آوازشان ** بد گرفته از فغان و سازشان
- Saçlarını, sakallarını yolup, yüzlerine vuruyorlar, gözleri kanlı yaşlarla doluyordu.
- ریش و مو بر کنده رو بدریدگان ** خاک بر سر کرده خونپر دیدگان
- İmran “Hayrola. Bu ne feryat, bu ne hâl? Bu yomsuz yıl, kötü alâmetler mi gösteriyor yoksa?” dedi.
- گفت خیرست این چه آشوبست و حال ** بد نشانی میدهد منحوس سال
- Özürler serdederek dediler ki: “Emîr Allah’ın kaza ve kaderi bizi esir etti.
- عذر آوردند و گفتند ای امیر ** کرد ما را دست تقدیرش اسیر
- Her çareye başvurduk, fakat padişahın devleti karardı, düşmanı dünyaya geldi, galip oldu. 910
- این همه کردیم و دولت تیره شد ** دشمن شه هست گشت و چیره شد
- Geceleyin gökyüzünde o çocuğun yıldızı göründü, bizi kör etti.
- شب ستارهی آن پسر آمد عیان ** کوری ما بر جبین آسمان
- O Peygamber’in yıldızı gökte yüceldi, biz de ağlamaya, yıldızlar gibi gözyaşları dökmeye başladık.”
- زد ستارهی آن پیمبر بر سما ** ما ستارهبار گشتیم از بکا
- İmran, içinden sevindi, fakat zahiren “Eyvahlar olsun!” diye elini başına vurup,
- با دل خوش شاد عمران وز نفاق ** دست بر سر میبزد کاه الفراق
- Kızgın suratı asık bir halde deliller gibi akılsız.
- کرد عمران خویش پر خشم و ترش ** رفت چون دیوانگان بی عقل و هش