- Nereden bir güzel koku alırsan koklayın. Ne taraftan o âşinanın kokusunu alırsanız o tarafa yürüyün!
- هر کجا بوی خوش آید بو برید ** سوی آن سر کاشنای آن سرید
- Nerede bir kişiden lütuf görürsen o adama mukayyet ol… Belki o lütfun aslına yol bulursun, olur ya!
- هر کجا لطفی ببینی از کسی ** سوی اصل لطف ره یابی عسی
- Bütün bu hoşluklar, ulu bir denizdendir. Sen cüzü bırak da külle dön.
- این همه خوشها ز دریاییست ژرف ** جزو را بگذار و بر کل دار طرف
- Halkın savaşları hep güzellik içindir, hep iyilik içindir. Fakat yoksulluk azığı yok mu, asıl saadet nişanesi odur.
- جنگهای خلق بهر خوبیست ** برگ بی برگی نشان طوبیست
- Halkın kızışları sulh içindir ama rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır, zahmetle rahata ulaşılır. 990
- خشمهای خلق بهر آشتیست ** دام راحت دایما بیراحتیست
- Her sille, okşamak içindir... Her şikâyet, insana şükretmeyi andırır.
- هر زدن بهر نوازش را بود ** هر گله از شکر آگه میکند
- Ey kerem sahibi, cüzden kül kokusunu al… Ey hakîm, zıttan zıddı istidlâl et!
- بوی بر از جزو تا کل ای کریم ** بوی بر از ضد تا ضد ای حکیم
- Doğrusu savaşlar, barışa sebep olur. Yılancı da kim için yılan aradı.
- جنگها می آشتی آرد درست ** مار گیر از بهر یاری مار جست
- İnsan, geçim için, rahatlık için yılan arar, gamdan kurtulmak için gam yiyip durur.
- بهر یاری مار جوید آدمی ** غم خورد بهر حریف بیغمی
- O da o karda, kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan arayıp durmaktaydı. 995
- او همیجستی یکی ماری شگرف ** گرد کوهستان و در ایام برف
- Derken bir dağda iri bir ölmüş yılan gördü. Şekli bile gönlünü dehşetle dolduruyordu.
- اژدهایی مرده دید آنجا عظیم ** که دلش از شکل او شد پر ز بیم
- Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü.
- مارگیر اندر زمستان شدید ** مار میجست اژدهایی مرده دید
- Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için yılan tutar. İşte sana halkın bilgisizliği!
- مارگیر از بهر حیرانی خلق ** مار گیرد اینت نادانی خلق
- İnsan, bir dağa benzer, dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur?
- آدمی کوهیست چون مفتون شود ** کوه اندر مار حیران چون شود
- Yoksul âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi, fazilet makamından gelip bu noksan âlemine düşüverdi. 1000
- خویشتن نشناخت مسکین آدمی ** از فزونی آمد و شد در کمی
- İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti!
- خویشتن را آدمی ارزان فروخت ** بود اطلس خویش بر دلقی بدوخت
- Yüz binlerce yılan ve dağ, ona hayranken o, niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?
- صد هزاران مار و که حیران اوست ** او چرا حیران شدست و ماردوست
- Yılancı, o ejderhayı tutup, halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a geldi.
- مارگیر آن اژدها را بر گرفت ** سوی بغداد آمد از بهر شگفت
- Birkaç para elde etmek için o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi.
- اژدهایی چون ستون خانهای ** میکشیدش از پی دانگانهای
- “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektin” diyordu. 1005
- کاژدهای مردهای آوردهام ** در شکارش من جگرها خوردهام
- O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti. Ejderha diriydi.
- او همی مرده گمان بردش ولیک ** زنده بود و او ندیدش نیک نیک
- Kıştan, soğuktan donmuştu. Diriydi ama ölü gibi görünüyordu.
- او ز سرماها و برف افسرده بود ** زنده بود و شکل مرده مینمود
- Âlem de donmuştur da adı cemad olmuştur. Üstadım, camit, donmuş demektir.
- عالم افسردست و نام او جماد ** جامد افسرده بود ای اوستاد
- Mahşer güneşi doğuncaya dek sabret de âlem cisminin hareketini gör.
- باش تا خورشید حشر آید عیان ** تا ببینی جنبش جسم جهان
- Musa’nın elinde asâ, yılan oldu ya… Bütün âlemi de buna kıyas et. 1010
- چون عصای موسی اینجا مار شد ** عقل را از ساکنان اخبار شد