English    Türkçe    فارسی   

4
1177-1201

  • Bu gökyüzü, her an, yarabbi, beni bir zaman bile aşağılatma diye ona yalvarır...
  • هر دمش لابه کند این آسمان ** که فرو مگذارم ای حق یک زمان
  • Benim direğim, senin korumandadır... Bütün gökler sağ elinde dürülmüş, yayılmıştır, der.
  • استن من عصمت و حفظ تو است ** جمله مطوی یمین آن دو دست
  • Bu yer, beni su üstünde yükleyen sensin, kararımı elden alma diye niyaz eder.
  • وین زمین گوید که دارم بر قرار ** ای که بر آبم تو کردستی سوار
  • Hepsi keselerini onun nimetiyle doldurup büzmüşler... Hepsi hacet vermeyi ondan öğrenmişlerdir. 1180
  • جملگان کیسه ازو بر دوختند ** دادن حاجت ازو آموختند
  • Her peygamber, “Sabır ve namaz hususunda ondan yardım isteyin” diye ondan berat ve ferman getirmiştir.
  • هر نبیی زو برآورده برات ** استعینوا منه صبرا او صلات
  • Kendinize gelin; ondan isteyin... Başkasından değil. Suyu denizde arayın, kuru derede değil!
  • هین ازو خواهید نه از غیر او ** آب در یم جو مجو در خشک جو
  • Başkasından isteneni de o verir... O kimsenin sana meyleden eline cömertliği ihsan eden yine Allah’tır.
  • ور بخواهی از دگر هم او دهد ** بر کف میلش سخا هم او نهد
  • İtaatinden çekineni bile altınlara gark eder, Karun yaparsa itaat eder de ona yüz tutarsan neler yapmaz?
  • آنک معرض را ز زر قارون کند ** رو بدو آری به طاعت چون کند
  • Şair, bir kere daha ihsan sevdasıyla yüzünü o ihsan sahibi padişaha tuttu 1185
  • بار دیگر شاعر از سودای داد ** روی سوی آن شه محسن نهاد
  • Şairin hediyesi ne olacak? Yeni bir şiir... Onu ihsan sahibine götürür, sunar, adeta rehin bırakır!
  • هدیه‌ی شاعر چه باشد شعر نو ** پیش محسن آرد و بنهد گرو
  • İhsan sahipleri, yüzlerce kerem ve cömertlikle altınlar yığarlar, şairleri beklerler.
  • محسنان با صد عطا و جود و بر ** زر نهاده شاعران را منتظر
  • Onlarca bir şiir, yüz denk kumaştan daha iyidir... Hele denize dalıp da dibinden inciler çıkaran bir şairin şiiri olursa!
  • پیششان شعری به از صدتنگ شعر ** خاصه شاعر کو گهر آرد ز قعر
  • İnsan, önce ekmeğe haristir... Çünkü gıda ve ekmek, cana direktir.
  • آدمی اول حریص نان بود ** زانک قوت و نان ستون جان بود
  • Canını avucuna alır da hırsla, ümitle ve yüzlerce hilelere, düzenlere başvurarak çalışıp ekmeğini elde etmeye savaşır. 1190
  • سوی کسب و سوی غصب و صد حیل ** جان نهاده بر کف از حرص و امل
  • Fakat az bir şey elde eder de ekmek için çalışmaya ihtiyacı kalmazsa artık şöhrete, ada sana ve şairlerin methine âşık olur.
  • چون بنادر گشت مستغنی ز نان ** عاشق نامست و مدح شاعران
  • İster ki onlar, kendisinin aslını, faslını övsünler... lütfunu, ihsanını anlatmada minberler kursunlar...
  • تا که اصل و فصل او را بر دهند ** در بیان فضل او منبر نهند
  • Bu suretle de onun lütfu, ihsanı, altın bağışlaması, söz arasında amber gibi koksun!
  • تا که کر و فر و زر بخشی او ** هم‌چو عنبر بو دهد در گفت و گو
  • Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da onun vasfından bir örnektir.
  • خلق ما بر صورت خود کرد حق ** وصف ما از وصف او گیرد سبق
  • Yaratıcı Allah da, kendisine şükür ve hamd edilmesini ister... bu yüzden insanın huyu da böyledir; o da kendisinin övülmesini diler. 1195
  • چونک آن خلاق شکر و حمدجوست ** آدمی را مدح‌جویی نیز خوست
  • Hele fazilette çevik ve üstün olan Allah eri, sağlam tulum gibi o yelle doludur.
  • خاصه مرد حق که در فضلست چست ** پر شود زان باد چون خیک درست
  • Fakat insan, o methe lâyık değilse, o methin ehli olmazsa yalancı yel, fayda vermez... Tulumu yırtar, patlatır!
  • ور نباشد اهل زان باد دروغ ** خیک بدریدست کی گیرد فروغ
  • Bu meseli kendiliğimden söylemedim arkadaş; aklın başındaysa ve ehilsen serserice dinleme!
  • این مثل از خود نگفتم ای رفیق ** سرسری مشنو چو اهلی و مفیق
  • Bunu hakkındaki hicivleri duyunca, müşriklerin “Ahmet neden medihten hoşlanıyor, neden medihten memnun oluyor?” dediklerini işitince söyledi.
  • این پیمبر گفت چون بشنید قدح ** که چرا فربه شود احمد به مدح
  • Şair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduğu ihsana şükran olarak yazdığı şiiri alıp padişaha götürdü, sundu. 1200
  • رفت شاعر پیش آن شاه و ببرد ** شعر اندر شکر احسان کان نمرد
  • İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı... Ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü!
  • محسنان مردند و احسانها بماند ** ای خنک آن را که این مرکب براند