English    Türkçe    فارسی   

4
1192-1216

  • İster ki onlar, kendisinin aslını, faslını övsünler... lütfunu, ihsanını anlatmada minberler kursunlar...
  • تا که اصل و فصل او را بر دهند ** در بیان فضل او منبر نهند
  • Bu suretle de onun lütfu, ihsanı, altın bağışlaması, söz arasında amber gibi koksun!
  • تا که کر و فر و زر بخشی او ** هم‌چو عنبر بو دهد در گفت و گو
  • Allah, bizim huyumuzu da kendi huyuna uygun, kendi suretine göre yarattı, bizim vasfımız da onun vasfından bir örnektir.
  • خلق ما بر صورت خود کرد حق ** وصف ما از وصف او گیرد سبق
  • Yaratıcı Allah da, kendisine şükür ve hamd edilmesini ister... bu yüzden insanın huyu da böyledir; o da kendisinin övülmesini diler. 1195
  • چونک آن خلاق شکر و حمدجوست ** آدمی را مدح‌جویی نیز خوست
  • Hele fazilette çevik ve üstün olan Allah eri, sağlam tulum gibi o yelle doludur.
  • خاصه مرد حق که در فضلست چست ** پر شود زان باد چون خیک درست
  • Fakat insan, o methe lâyık değilse, o methin ehli olmazsa yalancı yel, fayda vermez... Tulumu yırtar, patlatır!
  • ور نباشد اهل زان باد دروغ ** خیک بدریدست کی گیرد فروغ
  • Bu meseli kendiliğimden söylemedim arkadaş; aklın başındaysa ve ehilsen serserice dinleme!
  • این مثل از خود نگفتم ای رفیق ** سرسری مشنو چو اهلی و مفیق
  • Bunu hakkındaki hicivleri duyunca, müşriklerin “Ahmet neden medihten hoşlanıyor, neden medihten memnun oluyor?” dediklerini işitince söyledi.
  • این پیمبر گفت چون بشنید قدح ** که چرا فربه شود احمد به مدح
  • Şair, ihsan ölmedi ya diye evvelce nail olduğu ihsana şükran olarak yazdığı şiiri alıp padişaha götürdü, sundu. 1200
  • رفت شاعر پیش آن شاه و ببرد ** شعر اندر شکر احسان کان نمرد
  • İhsan sahipleri öldüler, ihsanları kaldı... Ne mutlu o kişiye ki bu merkebi sürdü!
  • محسنان مردند و احسانها بماند ** ای خنک آن را که این مرکب براند
  • Zalimler de ölüp gittiler, fakat yaptıkları zulümler kaldı... Vay o cana ki bu hileyi, bu kötülüğü yaptı!
  • ظالمان مردند و ماند آن ظلمها ** وای جانی کو کند مکر و دها
  • Peygamber “Ne mutlu o adama ki dünyadan gitti de ondan iyi bir iş kaldı” demiştir.
  • گفت پیغامبر خنک آن را که او ** شد ز دنیا ماند ازو فعل نکو
  • İhsan sahibi öldü ama ihsanı ölmedi ki... Allah indinde din ve ihsan, küçük ve değersiz bir şey değildir!
  • مرد محسن لیک احسانش نمرد ** نزد یزدان دین و احسان نیست خرد
  • Eyvanlar olsun o kişiye ki kendisi öldü de isyanı kaldı... Sakın, öldü de canını kurtardı sanma ha! 1205
  • وای آنکو مرد و عصیانش نمود ** تا نپنداری به مرگ او جان ببرد
  • Bırak bunu şimdi... Şair, yol üstünde borçlu ve paraya pek ihtiyacı var!
  • این رها کن زانک شاعر بر گذر ** وام‌دارست و قوی محتاج زر
  • Şair önceki ihsana nail olurum ümidiyle söylediği şiiri götürüp padişaha sundu.
  • برد شاعر شعر سوی شهریار ** بر امید بخشش و احسان پار
  • Güzelim incilerle dolu olan o lâtif ve nefis şiiri, evvelki ihsan ve ikramın ümidiyle arz etti.
  • نازنین شعری پر از در درست ** بر امید و بوی اکرام نخست
  • Padişahın âdetiydi, yine âdeti veçhile bin altın verin dedi.
  • شاه هم بر خوی خود گفتش هزار ** چون چنین بد عادت آن شهریار
  • Fakat bu sefer bu cömert vezir yücelik Burak’ına binmiş, dünyadan göçüp gitmişti. 1210
  • لیک این بار آن وزیر پر ز جود ** بر براق عز ز دنیا رفته بود
  • Onun yerine başka birisi vezir olmuştu... Bu vezir pek merhametsiz, pek hasisti.
  • بر مقام او وزیر نو رئیس ** گشته لیکن سخت بی‌رحم و خسیس
  • Dedi ki: Padişahım, masraflarımız var... Bir şaire bu kadar ihsanda bulunmak lâyık değil!
  • گفت ای شه خرجها داریم ما ** شاعری را نبود این بخشش جزا
  • Ben, o şairi bu ihsanın onda on da birinin dörtte biriyle hoşnut ve razı ederim.
  • من به ربع عشر این ای مغتنم ** مرد شاعر را خوش و راضی کنم
  • Oradakiler, önce o, padişahtan tam on bin altın almıştı.
  • خلق گفتندش که او از پیش‌دست ** ده هزاران زین دلاور برده است
  • Şeker yedikten sonra şeker kamışını nasıl çiğner... Padişahtan sonra nasıl olur da dilencilik eder? dediler. 1215
  • بعد شکر کلک خایی چون کند ** بعد سلطانی گدایی چون کند
  • Vezir dedi ki: Ben onu öyle bir sıkarım ki nihayet beklemeden usanır, bizar olur...
  • گفت بفشارم ورا اندر فشار ** تا شود زار و نزار از انتظار