English    Türkçe    فارسی   

4
1275-1299

  • Onlar, kendi kendilerine “A eğri sözlü, tersine gidiyorsun... 1275
  • Böyle tersine tersine gide gide, ta cehennemin en dibine kadar gideceksin ya!
  • Süleyman, Süleymanlıktan kaldı, yoksul oldu ama alnında o aydın dolunay parlayıp durmada.
  • Sen, nihayet bir yüzüktür kapmışsın ama zemheri gibi donmuş kalmış bir cehennemsin yine!
  • Biz neredeyiz... Ululuk, sayvan ve kök önünde secde etmek nerede? Böyle şeylerin önüne baş koymak şöyle dursun, hayvan tırnağını bile komayız biz!
  • Hatta gaflete düşer de baş komaya kalkarsak bile bir pençe gelir, başımızı yerden iter, mâni olur... 1280
  • Bu aşağılık kişiye baş koymayın, kendinize gelin... Bu bayağı adama secde etmeyin der” demekteydiler.
  • Ben, bu cana canlar katan hikâyeyi anlatmaya kalkardım ama Allah gayreti olmasaydı!
  • Kanaat et, bu kadarcığını kabul eyle de başka bir vakit bunu anlatayım!
  • Dev, adını Süleyman Peygamber taktı ama ancak çoluk çocuğu kandırmak için!
  • Namuzsuzun suretini, adını bırak... lâkaptan addan kaç, manaya yürü! 1285
  • Onu halinden işinden sor... Onu halinde işinde ara!
  • Süleyman aleyhisselâm’ın, Mescid-i Aksâ bittikten sonra ibadet etmek ve ibadet edenlerle itikâfa girenleri irşat eylemek için her gün mescide gelmesi ve mescitte otlar, kökler bitmesi
  • Her sabah Süleyman Mescid-i Aksâ’ya gelir, tam bir ihlâsla Allah’a ibadet ederdi.
  • Her gün, mescitte yeni bir otun bittiğini görür, adın nedir, ne faydan var?
  • Ne biçim ilâçsın, nesin, sana ne derler... Kime ziyansın, faydan kime? diye sorardı.
  • Her ot, adını, tesirini söyler; “Şuna can’ım, öbürüne zehir... 1290
  • Buna zehirim, ona şeker... Adım, kader levhinde şudur diye dile gelirdi.
  • Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
  • Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... Bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
  • Bu nücum ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir... Yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
  • Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır. 1295
  • Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir.
  • Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!
  • Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu?
  • Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!