- Doktorlar Süleyman’dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, ona uyarlardı.
- پس طبیبان از سلیمان زان گیا ** عالم و دانا شدندی مقتدی
- Bu suretle doktorluk kitapları düzdüler... Bedenleri hastalıklardan kurtardılar.
- تا کتبهای طبیبی ساختند ** جسم را از رنج میپرداختند
- Bu nücum ve tıp bilgileri, Peygamberlerin vahiyleridir... Yoksa akıl ve duygunun o tarafa nereden yolu olacak?
- این نجوم و طب وحی انبیاست ** عقل و حس را سوی بیسو ره کجاست
- Cüz’i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder, öğrenmeye muhtaçtır. 1295
- عقل جزوی عقل استخراج نیست ** جز پذیرای فن و محتاج نیست
- Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir. Ama vahiy sahibi ona öğretir.
- قابل تعلیم و فهمست این خرد ** لیک صاحب وحی تعلیمش دهد
- Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!
- جمله حرفتها یقین از وحی بود ** اول او لیک عقل آن را فزود
- Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu?
- هیچ حرفت را ببین کین عقل ما ** تاند او آموختن بیاوستا
- Hile kılı kırk yarar ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!
- گرچه اندر مکر مویاشکاف بد ** هیچ پیشه رام بیاستا نشد
- Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydana gelirdi! 1300
- دانش پیشه ازین عقل ار بدی ** پیشهی بیاوستا حاصل شدی
- Âlemde mezar kazıcılık ve mezar yokken Kaabil’in mezar kazıcılığını kargadan öğrenmesi
- آموختن پیشه گورکنی قابیل از زاغ پیش از آنک در عالم علم گورکنی و گور بود
- Mezar kazma, en bayağı bir sanat... Düşünceden, düzenden, fikirden doğacak değil ya!
- کندن گوری که کمتر پیشه بود ** کی ز فکر و حیله و اندیشه بود
- Fakat Kaabilde bu anlayış olsaydı Hâbili başı üstünde taşır mıydı?
- گر بدی این فهم مر قابیل را ** کی نهادی بر سر او هابیل را
- Ben bu ölüyü, bu kana, toprağa karışmış ölüyü ne yapayım, nasıl yok edeyim der miydi?
- که کجا غایب کنم این کشته را ** این به خون و خاک در آغشته را
- Bir de gördü ki bir karga, ölü bir kargayı ağzına almış, hemen geldi...
- دید زاغی زاغ مرده در دهان ** بر گرفته تیز میآمد چنان
- Havadan indi Kaabil’e öğretmek için mezar kazıcılığına başladı. 1305
- از هوا زیر آمد و شد او به فن ** از پی تعلیم او را گورکن
- Tırnaklarıyla yerden bir toz kopardı, yeri kazıp hemen hemen ölü kargayı o mezara koydu;
- پس به چنگال از زمین انگیخت گرد ** زود زاغ مرده را در گور کرد
- Gömüp üstünü toprakla örttü... bu suretle karga, Allah ilhamı ile bilgi sahibi oldu.
- دفن کردش پس بپوشیدش به خاک ** زاغ از الهام حق بد علمناک
- Kaabil, bunu görünce yuh olsun benim aklıma dedi... Bir karga bile bilgide benden üstün!
- گفت قابیل آه شه بر عقل من ** که بود زاغی ز من افزون به فن
- Allah, Aklıküll’e “Mazagalbasar” dedi... Fakat cüz’i akıl her yana baka durur.
- عقل کل را گفت مازاغ البصر ** عقل جزوی میکند هر سو نظر
- Has kişilerin nuru, Mazagalbasar aklıdır... Karga aklıysa ölülere mezar kazma üstadı! 1310
- عقل مازاغ است نور خاصگان ** عقل زاغ استاد گور مردگان
- Karga, ardınca uçan canı nihayet mezarlığa götürür!
- جان که او دنبالهی زاغان پرد ** زاغ او را سوی گورستان برد
- Kendine gel de kargaya benzeyen nefsin ardından koşma... Çünkü o, seni mezarlığa götürür, bağa, bahçeye değil!
- هین مدو اندر پی نفس چو زاغ ** کو به گورستان برد نه سوی باغ
- Eğer gideceksen gönül ankasının ardından git... Kafdağına, gönül Mescid-i Aksâ’sına var!
- گر روی رو در پی عنقای دل ** سوی قاف و مسجد اقصای دل
- Sevdanla her an, senin Mescid-i Aksa’nda yeni bir ot yeni bir kök bitmede!
- نوگیاهی هر دم ز سودای تو ** میدمد در مسجد اقصای تو
- Süleyman gibi sen de onlara dikkat et... Onları izle, onların üstüne ret ayağını koyma! 1315
- تو سلیمانوار داد او بده ** پی بر از وی پای رد بر وی منه
- Çünkü bu durup duran yeryüzünün halini sana çeşit çeşit otlar anlatır.
- زانک حال این زمین با ثبات ** باز گوید با تو انواع نبات