- İyiyi bilmedikçe kötüyü bilemezsin... Ey yiğit zıt, zıddıyla görülebilir. 1345
- بد ندانی تا ندانی نیک را ** ضد را از ضد توان دید ای فتی
- Mademki bu fikri terk etmekten âcizsin... O vakit günah işlememekten de âcizdin!
- چون ز ترک فکر این عاجز شدی ** از گناه آنگاه هم عاجز بدی
- Âciz olduktan sonra pişmanlık neden? O acizlik, kimin takdiriyle, onu ara!
- چون بدی عاجز پشیمانی ز چیست ** عاجزی را باز جو کز جذب کیست
- Âlemde bir kâdir olmadıkça hiç kimse, ne bir âcizi görmüştür, ne de böyle bir şey olur... Bunu böyle bil!
- عاجزی بیقادری اندر جهان ** کس ندیدست و نباشد این بدان
- Böylece, olmasına çalıştığın her isteğin ayıbından bihabersin... Onun ayıbı ve noktası, sana örtülüdür!
- همچنین هر آرزو که میبری ** تو ز عیب آن حجابی اندری
- O istediğin ayıp ve noksanı sana görünseydi canın o araştırmadan kaçıverirdi! 1350
- ور نمودی علت آن آرزو ** خود رمیدی جان تو زان جست و جو
- O işin ayıp ve noksanı sence belli olsaydı seni hiç kimse o işe, hatta çeke çeke bile götüremezdi!
- گر نمودی عیب آن کار او ترا ** کس نبردی کش کشان آن سو ترا
- Nefret ettiğin öbür iş yok mu? Ondan neden nefret ettin? Çünkü ayıbı, noksanı meydana çıktı da ondan!
- وان دگر کار کز آن هستی نفور ** زان بود که عیبش آمد در ظهور
- Ey sırları bilen güzel sözlü Allah, kötü işlerin ayıbını, noksanını bizden gizleme!
- ای خدای رازدان خوشسخن ** عیب کار بد ز ما پنهان مکن
- İyi işleri de bize ayıplı gösterme de o işe gidelim, sarılalım... Çalışmamız heba olmasın, gayretimiz soğumasın!
- عیب کار نیک را منما به ما ** تا نگردیم از روش سرد و هبا
- Yüce Süleyman, âdeti veçhile alaca karanlıkta mescide giderdi. 1355
- هم بر آن عادت سلیمان سنی ** رفت در مسجد میان روشنی
- Her gün, âdeti veçhile mescitten yeniden yeniye hangi ot, hangi kök bitmiş... O padişah, bunu arar araştırırdı.
- قاعدهی هر روز را میجست شاه ** که ببیند مسجد اندر نو گیاه
- Gönül haktan gizli kalan o otları gizlice can gözüyle görür, tanır.
- دل ببیند سر بدان چشم صفی ** آن حشایش که شد از عامه خفی
- Sofinin, gül bahçesinde başını dizine dayayıp murakabeye dalması, dostlarının başını kaldır, bahçeyi seyret... Allah rahmetinin eserleri olan çiçeklere, kuşlara bak demeleri
- قصهی صوفی کی در میان گلستان سر به زانو مراقب بود یارانش گفتند سر برآور تفرج کن بر گلستان و ریاحین و مرغان و آثار رحمةالله تعالی
- Sofinin biri, bir bağda neşelenip açılmak için soficesine yüzünü dizine dayamış,
- صوفیی در باغ از بهر گشاد ** صوفیانه روی بر زانو نهاد
- Varlığının ta derinlerine dalmış gitmişti. Her zevekilin biri onun bu uykusundan usandı.
- پس فرو رفت او به خود اندر نغول ** شد ملول از صورت خوابش فضول
- Dedi ki: Ne uyuyorsun ya hu? Bir başını kaldır da üzüm çubuğuna, şu ağaçlara, “Allah’ın rahmet eserlerine, yeşilliğe bak! 1360
- که چه خسپی آخر اندر رز نگر ** این درختان بین و آثار و خضر
- Allah emrini dinle... Allah “Allah’ın rahmet eserlerine bakın” dedi... Yüzünü şu rahmet eserlerine çevir, seyret!
- امر حق بشنو که گفتست انظروا ** سوی این آثار رحمت آر رو
- Sofi dedi ki: A heveskâr kişi, Allah eserleri gönüldür... Dışarıdakilerse ancak ve ancak Allah eserlerinin eserleridir.
- گفت آثارش دلست ای بوالهوس ** آن برون آثار آثارست و بس
- Bağlar, bahçeler, yeşillikler, gönüldedir... Dışarıdakiyse akarsuya vuran akislere benzer.
- باغها و سبزهها در عین جان ** بر برون عکسش چو در آب روان
- O görünen bağ, suya akseden hayalî bir bağdır... Suyun letafeti yüzünden oynar durur!
- آن خیال باغ باشد اندر آب ** که کند از لطف آب آن اضطراب
- Bağlar, bahçeler, meyveler, gönüldedir. Onların letafetinin aksi, şu suya toprağa vurmuştur! 1365
- باغها و میوهها اندر دلست ** عکس لطف آن برین آب و گلست
- O neşe selvisinin aksi olmasaydı Allah bu âleme aldanış yeri demezdi.
- گر نبودی عکس آن سرو سرور ** پس نخواندی ایزدش دار الغرور
- Bu aldanış şudur; yani bu hayal, erlerin, gönülleriyle canlarının aksinden hâsıl olmuştur.
- این غرور آنست یعنی این خیال ** هست از عکس دل و جان رجال
- Bütün aldananlar, cennet budur sanarak bu akse gelmişlerdir.
- جمله مغروران برین عکس آمده ** بر گمانی کین بود جنتکده
- Asıl bağlardan, bahçelerden kaçarlar da bir hayalle eğlenir kalırlar!
- میگریزند از اصول باغها ** بر خیالی میکنند آن لاغها