English    Türkçe    فارسی   

4
1352-1376

  • Nefret ettiğin öbür iş yok mu? Ondan neden nefret ettin? Çünkü ayıbı, noksanı meydana çıktı da ondan!
  • وان دگر کار کز آن هستی نفور ** زان بود که عیبش آمد در ظهور
  • Ey sırları bilen güzel sözlü Allah, kötü işlerin ayıbını, noksanını bizden gizleme!
  • ای خدای رازدان خوش‌سخن ** عیب کار بد ز ما پنهان مکن
  • İyi işleri de bize ayıplı gösterme de o işe gidelim, sarılalım... Çalışmamız heba olmasın, gayretimiz soğumasın!
  • عیب کار نیک را منما به ما ** تا نگردیم از روش سرد و هبا
  • Yüce Süleyman, âdeti veçhile alaca karanlıkta mescide giderdi. 1355
  • هم بر آن عادت سلیمان سنی ** رفت در مسجد میان روشنی
  • Her gün, âdeti veçhile mescitten yeniden yeniye hangi ot, hangi kök bitmiş... O padişah, bunu arar araştırırdı.
  • قاعده‌ی هر روز را می‌جست شاه ** که ببیند مسجد اندر نو گیاه
  • Gönül haktan gizli kalan o otları gizlice can gözüyle görür, tanır.
  • دل ببیند سر بدان چشم صفی ** آن حشایش که شد از عامه خفی
  • Sofinin, gül bahçesinde başını dizine dayayıp murakabeye dalması, dostlarının başını kaldır, bahçeyi seyret... Allah rahmetinin eserleri olan çiçeklere, kuşlara bak demeleri
  • قصه‌ی صوفی کی در میان گلستان سر به زانو مراقب بود یارانش گفتند سر برآور تفرج کن بر گلستان و ریاحین و مرغان و آثار رحمةالله تعالی
  • Sofinin biri, bir bağda neşelenip açılmak için soficesine yüzünü dizine dayamış,
  • صوفیی در باغ از بهر گشاد ** صوفیانه روی بر زانو نهاد
  • Varlığının ta derinlerine dalmış gitmişti. Her zevekilin biri onun bu uykusundan usandı.
  • پس فرو رفت او به خود اندر نغول ** شد ملول از صورت خوابش فضول
  • Dedi ki: Ne uyuyorsun ya hu? Bir başını kaldır da üzüm çubuğuna, şu ağaçlara, “Allah’ın rahmet eserlerine, yeşilliğe bak! 1360
  • که چه خسپی آخر اندر رز نگر ** این درختان بین و آثار و خضر
  • Allah emrini dinle... Allah “Allah’ın rahmet eserlerine bakın” dedi... Yüzünü şu rahmet eserlerine çevir, seyret!
  • امر حق بشنو که گفتست انظروا ** سوی این آثار رحمت آر رو
  • Sofi dedi ki: A heveskâr kişi, Allah eserleri gönüldür... Dışarıdakilerse ancak ve ancak Allah eserlerinin eserleridir.
  • گفت آثارش دلست ای بوالهوس ** آن برون آثار آثارست و بس
  • Bağlar, bahçeler, yeşillikler, gönüldedir... Dışarıdakiyse akarsuya vuran akislere benzer.
  • باغها و سبزه‌ها در عین جان ** بر برون عکسش چو در آب روان
  • O görünen bağ, suya akseden hayalî bir bağdır... Suyun letafeti yüzünden oynar durur!
  • آن خیال باغ باشد اندر آب ** که کند از لطف آب آن اضطراب
  • Bağlar, bahçeler, meyveler, gönüldedir. Onların letafetinin aksi, şu suya toprağa vurmuştur! 1365
  • باغها و میوه‌ها اندر دلست ** عکس لطف آن برین آب و گلست
  • O neşe selvisinin aksi olmasaydı Allah bu âleme aldanış yeri demezdi.
  • گر نبودی عکس آن سرو سرور ** پس نخواندی ایزدش دار الغرور
  • Bu aldanış şudur; yani bu hayal, erlerin, gönülleriyle canlarının aksinden hâsıl olmuştur.
  • این غرور آنست یعنی این خیال ** هست از عکس دل و جان رجال
  • Bütün aldananlar, cennet budur sanarak bu akse gelmişlerdir.
  • جمله مغروران برین عکس آمده ** بر گمانی کین بود جنت‌کده
  • Asıl bağlardan, bahçelerden kaçarlar da bir hayalle eğlenir kalırlar!
  • می‌گریزند از اصول باغها ** بر خیالی می‌کنند آن لاغها
  • Fakat bu gaflet uykusu başa geldi de uyandılar mı doğruyu görürler ama o görüşte ne fayda var? 1370
  • چونک خواب غفلت آیدشان به سر ** راست بینند و چه سودست آن نظر
  • Sonra mezarlığa bir feryad u figandır, bir ahu vahdır düşer... Kıyamete kadar bu yanılmalarına hasret çekip dururlar!
  • بس به گورستان غریو افتاد و آه ** تا قیامت زین غلط وا حسرتاه
  • Ne mutlu o kişiye ki ölümden önce öldü... Yani bu üzümün aslından bir koku elde etti!
  • ای خنک آن را که پیش از مرگ مرد ** یعنی او از اصل این رز بوی برد
  • Mescid-i Aksâ’nın bir bucağında keçiboynuzu bitmesi ve Süleyman aleyhisselâm’ın o otla konuşması, Süleyman’a hasiyetini ve adını söyleyince Süleyman’ın gamlanması
  • قصه‌ی رستن خروب در گوشه‌ی مسجد اقصی و غمگین شدن سلیمان علیه‌السلام از آن چون به سخن آمد با او و خاصیت و نام خود بگفت
  • Derken Süleyman bir bucakta başağa benzer bir yeni otun bitmiş olduğunu gördü.
  • پس سلیمان دید اندر گوشه‌ای ** نوگیاهی رسته هم‌چون خوشه‌ای
  • Yeşil, taze, görülmedik bir ottu bu... Âdeta yeşilliği göz alıyordu.
  • دید بس نادر گیاهی سبز و تر ** می‌ربود آن سبزیش نور از بصر
  • Süleyman, o ota derhal selam verdi; o da selamını aldı; Süleyman, otun güzelliğine şaştı kaldı. 1375
  • پس سلامش کرد در حال آن حشیش ** او جوابش گفت و بشکفت از خوشیش
  • Dedi ki: adın ne... Dilsiz dudaksız söyle bakalım! Ot ey âlem padişahı bana keçiboynuzu derler, dedi.
  • گفت نامت چیست برگو بی‌دهان ** گفت خروبست ای شاه جهان