- Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme değildir... Bunu, Ahmed’in lütfu meydana getirdi vesselâm!
- این چنین جذبیست نی هر جذب عام ** که نهادش فضل احمد والسلام
- Kölenin ücret azlığından şikâyet ederek padişaha yazması
- نوشتن آن غلام قصهی شکایت نقصان اجری سوی پادشاه
- Sözü kısa kes de padişaha mektup yazıp gönderen köleyi anlat!
- قصه کوته کن برای آن غلام ** که سوی شه بر نوشتست او پیام
- O köle, nazenin padişaha savaşla, varlıkla, kinle dolu bir mektup yazıp gönderir.
- قصه پر جنگ و پر هستی و کین ** میفرستد پیش شاه نازنین
- Kalıbın, cesedin mektuptur, ona dikkat et, padişaha lâyık mı, değil mi? Bir anla da sonra gönder!
- کالبد نامهست اندر وی نگر ** هست لایق شاه را آنگه ببر
- Bir bucağa git, mektubu aç, oku... Bak bakalım, içindeki sözler, padişahlara lâyık olan sözler? 1565
- گوشهای رو نامه را بگشا بخوان ** بین که حرفش هست در خورد شهان
- Lâyık değilse o mektubu yırt, çaresine bak, başka bir mektup yaz!
- گر نباشد درخور آن را پاره کن ** نامهی دیگر نویس و چاره کن
- Fakat ten mektubunu açmayı kolay sanma. Yoksa herkes gönül sırrını apaçık görürdü!
- لیک فتح نامهی تن زپ مدان ** ورنه هر کس سر دل دیدی عیان
- Bu mektubu açmak ne güçtür, ne sarptır! Erlerin işidir bu, çocuk işi değil!
- نامه بگشادن چه دشوارست و صعب ** کار مردانست نه طفلان کعب
- Hepimiz, fihriste kani olmuş kalmışız... Çünkü heva ve hevese, hırsa bulaşmışız!
- جمله بر فهرست قانع گشتهایم ** زانک در حرص و هوا آغشتهایم
- Hâlbuki o fihrist, ona baksınlar da metni de öyle sansınlar diye halka bir tuzaktır. 1570
- باشد آن فهرست دامی عامه را ** تا چنان دانند متن نامه را
- Mektubu aç, bu sözden baş çevirme! Allah, doğruyu daha iyi bilir!
- باز کن سرنامه را گردن متاب ** زین سخن والله اعلم بالصواب
- Mektubun fihristi, dille ikrar etmeye benzer... Hâlbuki sen gönül mektubunun metnini sına!
- هست آن عنوان چو اقرار زبان ** متن نامهی سینه را کن امتحان
- Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
- که موافق هست با اقرار تو ** تا منافقوار نبود کار تو
- Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!
- چون جوالی بس گرانی میبری ** زان نباید کم که در وی بنگری
- Asıl içine bak... Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı! 1575
- که چه داری در جوال از تلخ و خوش ** گر همی ارزد کشیدن را بکش
- Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... Kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
- ورنه خالی کن جوالت را ز سنگ ** باز خر خود را ازین بیگار و ننگ
- Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!
- در جوال آن کن که میباید کشید ** سوی سلطانان و شاهان رشید
- Hırsızın koca sarıklı bir fakihin sarığını çalması, fakihin sarığı aç, bak ne götürdüğünü anla. Sonra götür diye bağırması
- حکایت آن فقیه با دستار بزرگ و آنک بربود دستارش و بانگ میزد کی باز کن ببین کی چه میبری آنگه ببر
- Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
- یک فقیهی ژندهها در چیده بود ** در عمامهی خویش در پیچیده بود
- Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince başköşeye geçirilmesini istiyordu.
- تا شود زفت و نماید آن عظیم ** چون در آید سوی محفل در حطیم
- Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü. 1580
- ژندهها از جامهها پیراسته ** ظاهرا دستار از آن آراسته
- Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... Fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
- ظاهر دستار چون حلهی بهشت ** چون منافق اندرون رسوا و زشت
- Parça parça bezler, yünler, deriler... Hep o sarığın içine gömülmüştü.
- پاره پاره دلق و پنبه و پوستین ** در درون آن عمامه بد دفین
- Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,
- روی سوی مدرسه کرده صبوح ** تا بدین ناموس یابد او فتوح
- Hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.
- در ره تاریک مردی جامه کن ** منتظر استاده بود از بهر فن
- Fakih, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı. 1585
- در ربود او از سرش دستار را ** پس دوان شد تا بسازد کار را