English    Türkçe    فارسی   

4
1573-1597

  • Bak bakalım, ikrarınla muvafık mı? Buna bak da işin, münafıkların işine dönmesin!
  • که موافق هست با اقرار تو ** تا منافق‌وار نبود کار تو
  • Ağır bir çuval yüklenip götürmeye koyulsan onun dışına bakmakla yükü hafiflemez ki!
  • چون جوالی بس گرانی می‌بری ** زان نباید کم که در وی بنگری
  • Asıl içine bak... Çuvalda acı, tatlı ne var, bir gör de taşımaya değerse taşı! 1575
  • که چه داری در جوال از تلخ و خوش ** گر همی ارزد کشیدن را بکش
  • Yoksa çuvalındaki taşları boşalt... Kendini bu saçma işten, bu ar olan yükten kurtar gitsin!
  • ورنه خالی کن جوالت را ز سنگ ** باز خر خود را ازین بیگار و ننگ
  • Çuvala aklı erer padişahlara, sultanlara götürülebilecek şeyleri doldur!
  • در جوال آن کن که می‌باید کشید ** سوی سلطانان و شاهان رشید
  • Hırsızın koca sarıklı bir fakihin sarığını çalması, fakihin sarığı aç, bak ne götürdüğünü anla. Sonra götür diye bağırması
  • حکایت آن فقیه با دستار بزرگ و آنک بربود دستارش و بانگ می‌زد کی باز کن ببین کی چه می‌بری آنگه ببر
  • Bir fakih, bez parçaları toplamış, sarığının içine ezip büzerek yerleştirmişti.
  • یک فقیهی ژنده‌ها در چیده بود ** در عمامه‌ی خویش در پیچیده بود
  • Bu suretle kavuğunun büyük ve iri görünmesini, halkın kendisine ehemmiyet vermesini ve mescide gelince başköşeye geçirilmesini istiyordu.
  • تا شود زفت و نماید آن عظیم ** چون در آید سوی محفل در حطیم
  • Elbiselerden parçalar almış, onlarla sarığını büyütmüştü. 1580
  • ژنده‌ها از جامه‌ها پیراسته ** ظاهرا دستار از آن آراسته
  • Sarığının dışı, cennet elbiselerine benzemekteydi... Fakat içi, münafık gönlü gibi rezil, çirkin bir şeydi.
  • ظاهر دستار چون حله‌ی بهشت ** چون منافق اندرون رسوا و زشت
  • Parça parça bezler, yünler, deriler... Hep o sarığın içine gömülmüştü.
  • پاره پاره دلق و پنبه و پوستین ** در درون آن عمامه بد دفین
  • Bir sabah çağı, bu şatafatla bir şeyler elde etmek üzere medreseye giderken,
  • روی سوی مدرسه کرده صبوح ** تا بدین ناموس یابد او فتوح
  • Hırsızın biri de dar bir yolda her türlü hilelere başvurup bir şeyler yapmak üzere bekliyordu.
  • در ره تاریک مردی جامه کن ** منتظر استاده بود از بهر فن
  • Fakih, o yola sapınca hemen başından kavuğunu kaptı, işini başarmak için koşup gitmeye başladı. 1585
  • در ربود او از سرش دستار را ** پس دوان شد تا بسازد کار را
  • Fakih arkasından bağırdı: oğul, sarığı çöz de öyle götür!
  • پس فقیهش بانگ برزد کای پسر ** باز کن دستار را آنگه ببر
  • Böyle dört kanatla uçar gibi gidiyorsun ama götürdüğün hediyeyi bir aç da gör!
  • این چنین که چار پره می‌پری ** باز کن آن هدیه را که می‌بری
  • Onu, elceğezinle bir aç, ovala da sonra götür, sana helâl ettim!
  • باز کن آن را به دست خود بمال ** آنگهان خواهی ببر کردم حلال
  • Hırsız, kaçarken sarığı çözer çözmez içinden yola yüz binlerce bez parçası dökülüverdi!
  • چونک بازش کرد آنک می‌گریخت ** صد هزاران ژنده اندر ره بریخت
  • O bir şeye yaramaz, o olmayasıca sarığından kala kala hırsızın elinde ancak bir arşın doğru düzen bezceğiz kaldı! 1590
  • زان عمامه‌ی زفت نابایست او ** ماند یک گز کهنه‌ای در دست او
  • Hırsız, elindekini yere vurup “A aşağılık adam, bu hileyle beni işimden gücümden ettin” dedi.
  • بر زمین زد خرقه را کای بی‌عیار ** زین دغل ما را بر آوردی ز کار
  • Dünyanın dünya ehline hal diliyle, ondan vefa umanlar ve bu tamahta bulunanlara vefasızlığını söyleyerek nasihat vermesi
  • نصیحت دنیا اهل دنیا را به زبان حال و بی‌وفایی خود را نمودن به وفا طمع دارندگان ازو
  • Fakih dedi ki: “Hileyle seni yolundan alıkoydum ama nasihat yollu işi de anlattım!
  • گفت بنمودم دغل لیکن ترا ** از نصیحت باز گفتم ماجرا
  • Dünya da böyledir işte... Bir hoşça açılır saçılır ama vefasızlığını da bağıra bağıra söyler!
  • هم‌چنین دنیا اگر چه خوش شکفت ** بانگ زد هم بی‌وفایی خویش گفت
  • Bu oluş ve bozuluş âleminde o hile, oluştur, nasihat da bozulmuş üstadım!
  • اندرین کون و فساد ای اوستاد ** آن دغل کون و نصیحت آن فساد
  • Oluş der ki: İzim kutludur... Ardımdan gel! Bozuluş da git der, ben hiçbir şey değilim! 1595
  • کون می‌گوید بیا من خوش‌پیم ** وآن فسادش گفته رو من لا شی‌ام
  • Ey baharların güzelliğine şaşırarak dudağını dişleyip duran, güzün sapsarı benzine ve mevsimin soğukluğuna bak!
  • ای ز خوبی بهاران لب گزان ** بنگر آن سردی و زردی خزان
  • Gündüzün güneşin yüzünü güzel görmektesin ama onun bir de batma zamanında ölümünü düşün!
  • روز دیدی طلعت خورشید خوب ** مرگ او را یاد کن وقت غروب