- Kadın, nefsinin hilelerine uymuş, kunduracıya kul köle kesilmiş, odada adamla buluşmuştu.
- جفت گشته با رهی خویش زن ** اندر آن یک حجره از وسواس تن
- Sofi, kuşluk çağı kapıyı sıkıca döver dövmez ikisi de şaşırdılar... ne bir hileye başvurmaya imkân vardı, ne kaçıp kurtulacak bir yol! 160
- چون بزد صوفی به جد در چاشتگاه ** هر دو درماندند نه حیلت نه راه
- Sofinin, o zamanda dükkânı bırakıp eve gelmesi hiç âdeti değildi.
- هیچ معهودش نبد کو آن زمان ** سوی خانه باز گردد از دکان
- Karısından bir şeyler sezinlenmiş, şüpheye düşmüş, bu yüzden o gün mahsus vakitsiz gelmişti.
- قاصدا آن روز بیوقت آن مروع ** از خیالی کرد تا خانه رجوع
- Kadınınsa onun, hiçbir defa işini bırakıp o zamanda eve gelmeyeceğine itimadı vardı.
- اعتماد زن بر آن کو هیچ بار ** این زمان فا خانه نامد او ز کار
- Fakat nasılsa bu fikri doğru çıkmadı... Allah suçları örter... Örter ama cezasını da verir!
- آن قیاسش راست نامد از قضا ** گرچه ستارست هم بدهد سزا
- Kötülükte bulundun mu kork, emin olma, çünkü yaptığın kötülük bir tohumdur, Allah, onu mutlaka bitirir! 165
- چونک بد کردی بترس آمن مباش ** زانک تخمست و برویاند خداش
- Birkaç kere, belki yaptığına pişman olur, utanırsın diye örter, gizler.
- چند گاهی او بپوشاند که تا ** آیدت زان بد پشیمان و حیا
- O müminler ulusu Ömer, halifeliği zamanında bir hırsızı cellada teslim etti.
- عهد عمر آن امیر مومنان ** داد دزدی را به جلاد و عوان
- Hırsız, ey ülkenin beyi, diye bağırdı, beni öldürtme... Bu, ilk suçum!
- بانگ زد آن دزد کای میر دیار ** اولین بارست جرمم زینهار
- Ömer dedi ki: “Hâşâ, Allah, ilk suçta hemencecik gazaba gelip cezasını vermez.
- گفت عمر حاش لله که خدا ** بار اول قهر بارد در جزا
- Lütfunu meydana çıkarmak için defalarca örter de sonradan adaletini göstermek için cezalandırır; 170
- بارها پوشد پی اظهار فضل ** باز گیرد از پی اظهار عدل
- Bu suretle bu iki sıfatının da meydana çıkmasını, lütfunun muştucu, kahrının da korkutucu olmasını diler.”
- تا که این هر دو صفت ظاهر شود ** آن مبشر گردد این منذر شود
- Kadın da defalarca bu kötü işte bulunmuştu da kolaycacık işi atlatmıştı... bu iş, ona kolay görünüyordu artık.
- بارها زن نیز این بد کرده بود ** سهل بگذشت آن و سهلش مینمود
- Gevşek ayaklı akıl, testinin daima ırmaktan kırılmadan sapasağlam gelemeyeceğini bilmiyordu ki!
- آن نمیدانست عقل پایسست ** که سبو دایم ز جو ناید درست
- Fakat bu sefer kaza ve kader, onu öyle bir daraltmış, münafıkı ansızın ölüm nasıl yakalarsa öyle bir sıkı yakalamıştı ki!
- آنچنانش تنگ آورد آن قضا ** که منافق را کند مرگ فجا
- Ne yol vardır, ne yoldaş, ne de kurtulma imkânı... (münafık, böyle bir haldeyken) can alıcı melek de gelir çatar, canına el uzatır ya! 175
- نه طریق و نه رفیق و نه امان ** دست کرده آن فرشته سوی جان
- İşte kadın da o cefa odasında dostuyla belâlara uğramış, öylece âdeta kuruyup kalmıştı!
- آنچنان کین زن در آن حجره جفا ** خشک شد او و حریفش ز ابتلا
- Sofi, gönlünden, hay kâfirler hay... Size kin güdüp duruyorum ama hele sabredeyim.
- گفت صوفی با دل خود کای دو گبر ** از شما کینه کشم لیکن به صبر
- Şimdilik bunu bilmezlikten geleyim de herkes bu çanın sesini duymasın, diyordu.
- لیک نادانسته آرم این نفس ** تا که هر گوشی ننوشد این جرس
- Hak yolundaki er de size gizlice böyle kin güder... İstiska hastalığı gibi kinini yavaş yavaş, azar azar belirtir.
- از شما پنهان کشد کینه محق ** اندک اندک همچو بیماری دق
- İstiskaya tutulan adam buz gibi her an erir durur... Fakat her an, kendisini daha iyiceyim sanır! 180
- مرد دق باشد چو یخ هر لحظه کم ** لیک پندارد بهر دم بهترم
- Hani, “sırtlan nerede? Burada yok yahu” diye aranırlar da sırtlan bu söze inanır, bu suretle tutulur, avlanır ya!
- همچو کفتاری که میگیرندش و او ** غرهی آن گفت کین کفتار کو
- Kadının evinde de gizlenecek bir yer; bir tümsek, bir aralık, yukarıya çıkacak bir yol yoktu.
- هیچ پنهانخانه آن زن را نبود ** سمج و دهلیز و ره بالا نبود
- Ne bir tandır vardı, oynaşını oraya gizlesin... Ne bir çuval vardı, perde gibi önüne gersin!
- نه تنوری که در آن پنهان شود ** نه جوالی که حجاب آن شود