English    Türkçe    فارسی   

4
1624-1648

  • Bir ses, ey güzel ve bana düşkün olan kişi, ben diken çiçeğiyim... Çiçek dökülür, ben kalırım; diken dalından ibaretim ben der.
  • من شکوفه‌ی خارم ای خوش گرمدار ** گل بریزد من بمانم شاخ خار
  • Çiçeği, ey gül satan, gel bu yana der... Dikenin sesiyse bizim yanımıza gelmeye kalkışma der! 1625
  • بانگ اشکوفه‌ش که اینک گل‌فروش ** بانگ خار او که سوی ما مکوش
  • Bu seslerden birini kabul ettin mi öbürünü duymazsın bile... Çünkü seven kişi, sevgiliye aykırı olan kişilerin sözlerine sağır olur!
  • این پذیرفتی بماندی زان دگر ** که محب از ضد محبوبست کر
  • O seslerin biri işte ben buracıktayım, hazırım der. Öbür ses de, sen benim sonuma bak der.
  • آن یکی بانگ این که اینک حاضرم ** بانگ دیگر بنگر اندر آخرم
  • Cihanın bozuluşu, “benim şimdiki halim biledir, pusudur... Sonumu, bir aynaya benzeyen önüme bak da gör!” der.
  • حاضری‌ام هست چون مکر و کمین ** نقش آخر ز آینه‌ی اول ببین
  • Bu iki çuvaldan birine girdin mi öbürüne zıt olur, artık ona lâyık olmazsın!
  • چون یکی زین دو جوال اندر شدی ** آن دگر را ضد و نا درخور شدی
  • Ne mutlu ona ki erlerin akıllarının duyduğu bu sesi, önceden işitti! 1630
  • ای خنک آنکو ز اول آن شنید ** کش عقول و مسمع مردان شنید
  • Gönül evini hangi ses boş bulursa o gelir, tutar... Artık sahibine ondan başkası ya eğri görünür yahut acayip!
  • خانه خالی یافت و جا را او گرفت ** غیر آنش کژ نماید یا شگفت
  • Yeni testi sidiği emerse artık su, ondan o pisliği gideremez!
  • کوزه‌ی نو کو به خود بولی کشید ** آن خبث را آب نتواند برید
  • Âlemde her şey, bir şeyi çekmektedir... Küfür, kâfiri, doğruluk, doğru yola götüreni!
  • در جهان هر چیز چیزی می‌کشد ** کفر کافر را و مرشد را رشد
  • Kehlibar da vardır, mıknatıs da... Sen demir de olsan, saman çöpü de olsan elbette bir tuzağa düşersin!
  • کهربا هم هست و مقناطیس هست ** تا تو آهن یا کهی آیی بشست
  • Demirsen seni bir mıknatıs kapar... Yok, saman çöpüysen kehlibara tutulur, ona gidersin! 1635
  • برد مقناطیست ار تو آهنی ** ور کهی بر کهربا بر می‌تنی
  • İyi kişilerle dost olmayan, elbette kötülerin yanında yer alır, onlara komşu olur!
  • آن یکی چون نیست با اخیار یار ** لاجرم شد پهلوی فجار جار
  • Musa, Kıpti’ye göre pek kötüdür ama Haman da İsrailoğullarına göre taşlanmış melûnun biridir.
  • هست موسی پیش قبطی بس ذمیم ** هست هامان پیش سبطی بس رجیم
  • Haman’ın canı Kıpti’ye çeker, Âdem’in midesi buğdayla suyu!
  • جان هامان جاذب قبطی شده ** جان موسی طالب سبطی شده
  • (eksik)
  • معده‌ی خر که کشد در اجتذاب ** معده‌ی آدم جذوب گندم آب
  • 1640.Karanlık yüzünden birisini tanıyamadın mı, kendisine kimi imam edinmiş, kime uymuş... Bak, ne olduğunu anlarsın! 1640
  • گر تو نشناسی کسی را از ظلام ** بنگر او را کوش سازیدست امام
  • Arifin Allah nurundan gıdası vardır. “Ben Rabi’me konuk olurum, O beni doyurur ve suvarır” denmiştir. “Açlık, Allah yemeğidir. Allah, doğruların bedenlerini onunla diriltir” hadisi de vardır ki açlıkta adama Allah yemeği gelir demektir.
  • بیان آنک عارف را غذاییست از نور حق کی ابیت عند ربی یطعمنی و یسقینی و قوله الجوع طعام الله یحیی به ابدان الصدیقین ای فی الجوع یصل طعام‌الله
  • Her yavru, anasının ardından gider... Bununla da cinsiyet anlaşılır.
  • زانک هر کره پی مادر رود ** تا بدان جنسیتش پیدا شود
  • Âdemoğluna süt, göğüsten gelir, eşeğin sütü de bedeninin yarısından, aşağılık tarafından akar.
  • آدمی را شیر از سینه رسد ** شیر خر از نیم زیرینه رسد
  • Adalet taksimcidir, bölüşülecek şeyleri o bölüştürür... Fakat şaşılacak şey şu ki bunda ne cebir vardır ne de zulüm!
  • عدل قسامست و قسمت کردنیست ** این عجب که جبر نی و ظلم نیست
  • Cebir olsaydı pişmanlık olur muydu? Zulüm olsaydı Allah’ın koruması olur muydu?
  • جبر بودی کی پشیمانی بدی ** ظلم بودی کی نگهبانی بدی
  • Gün geçti, ders yarına kaldı... Sırrımız hiç güne sığar mı ki? 1645
  • روز آخر شد سبق فردا بود ** راز ما را روز کی گنجا بود
  • Ey kötü kişinin yaltaklanmasına inanan, sözleri doğru sayan,
  • ای بکرده اعتماد واثقی ** بر دم و بر چاپلوس فاسقی
  • Sen su habbelerinden bir kubbe yapmışsın ama o öyle bir çadır ki ipleri pek kuvvetsiz,
  • قبه‌ای بر ساختستی از حباب ** آخر آن خیمه‌ست بس واهی‌طناب
  • Hile yıldırıma benzer... Onun ışığıyla yolcuların, yolu görmelerine imkân yok!
  • زرق چون برقست و اندر نور آن ** راه نتوانند دیدن ره‌روان