English    Türkçe    فارسی   

4
1641-1665

  • Her yavru, anasının ardından gider... Bununla da cinsiyet anlaşılır.
  • زانک هر کره پی مادر رود ** تا بدان جنسیتش پیدا شود
  • Âdemoğluna süt, göğüsten gelir, eşeğin sütü de bedeninin yarısından, aşağılık tarafından akar.
  • آدمی را شیر از سینه رسد ** شیر خر از نیم زیرینه رسد
  • Adalet taksimcidir, bölüşülecek şeyleri o bölüştürür... Fakat şaşılacak şey şu ki bunda ne cebir vardır ne de zulüm!
  • عدل قسامست و قسمت کردنیست ** این عجب که جبر نی و ظلم نیست
  • Cebir olsaydı pişmanlık olur muydu? Zulüm olsaydı Allah’ın koruması olur muydu?
  • جبر بودی کی پشیمانی بدی ** ظلم بودی کی نگهبانی بدی
  • Gün geçti, ders yarına kaldı... Sırrımız hiç güne sığar mı ki? 1645
  • روز آخر شد سبق فردا بود ** راز ما را روز کی گنجا بود
  • Ey kötü kişinin yaltaklanmasına inanan, sözleri doğru sayan,
  • ای بکرده اعتماد واثقی ** بر دم و بر چاپلوس فاسقی
  • Sen su habbelerinden bir kubbe yapmışsın ama o öyle bir çadır ki ipleri pek kuvvetsiz,
  • قبه‌ای بر ساختستی از حباب ** آخر آن خیمه‌ست بس واهی‌طناب
  • Hile yıldırıma benzer... Onun ışığıyla yolcuların, yolu görmelerine imkân yok!
  • زرق چون برقست و اندر نور آن ** راه نتوانند دیدن ره‌روان
  • Bu âlemde de bir şey yok, bu âlemdekilerde de! Her ikisi de vefasızlıkta aynı gönle sahip!
  • این جهان و اهل او بی‌حاصل‌اند ** هر دو اندر بی‌وفایی یکدل‌اند
  • Dünyanın oğlu dünya gibi vefasız... Sana yüz tutar ama o, yüz değildir, arkadır! 1650
  • زاده‌ی دنیا چو دنیا بی‌وفاست ** گرچه رو آرد به تو آن رو قفاست
  • Fakat o cihanın ehli, o cihan gibi ebedi olarak ihsan ve keremdeki ahitlerinde, Peymanlarında dururlar!
  • اهل آن عالم چو آن عالم ز بر ** تا ابد در عهد و پیمان مستمر
  • Hiç iki peygamberin birbirine zıt olduğunu, birbirlerinin mucizesini kapıp aldığını gördün mü?
  • خود دو پیغمبر به هم کی ضد شدند ** معجزات از همدگر کی بستدند
  • O âlemin meyvesi solar, bozulur mu? Akla mensup neşe kederlenmez ki!
  • کی شود پژمرده میوه‌ی آن جهان ** شادی عقلی نگردد اندهان
  • Nefis, ahdinde durmaz; o yüzden gebertilecek bir şeydir ya! Kendisi de alçaktır, kıblegâhı da alçaktır.
  • نفس بی‌عهدست زان رو کشتنیست ** او دنی و قبله‌گاه او دنیست
  • Nefislere de bu alçaklar topluluğu lâyıktır... Ölüye mezarın, kefenin layık olduğu gibi! 1655
  • نفسها را لایقست این انجمن ** مرده را درخور بود گور و کفن
  • Zekidir, ince şeyleri bilir... Bilir ama değil mi ki kıblesi dünyadır, onu ölü bil sen!
  • نفس اگر چه زیرکست و خرده‌دان ** قبله‌اش دنیاست او را مرده دان
  • Allah’ın vahiy suyu bu ölüye ispat etti de ölü topraktan bir diri zuhur etti.
  • آب وحی حق بدین مرده رسید ** شد ز خاک مرده‌ای زنده پدید
  • Fakat sen vahiy gelmedikçe sakın o yüzüne sürdüğün ömrü uzun olasıca kırmızılığa güvenip aldanma, gururlanma ha!
  • تا نیاید وحش تو غره مباش ** تو بدان گلگونه‌ی طال بقاش
  • Nazardan düşücü olmayan bir ses, bir şöhret... Batmayan bir güneşe mensup parlaklık ara!
  • بانگ و صیتی جو که آن خامل نشد ** تاب خورشیدی که آن آفل نشد
  • O ince hünerler, o dedikodular, Firavun’un kavmine benzer, ecel Nil nehrine! 1660
  • آن هنرهای دقیق و قال و قیل ** قوم فرعون‌اند اجل چون آب نیل
  • Onları parlaklığı kemerleri, sayvanları ve büyüleri, halkı boyunlarından zorla çeker ama
  • رونق و طاق و طرنب و سحرشان ** گرچه خلقان را کشد گردن کشان
  • Hepsini de büyücülerin büyüsü bil... Ölümse ejderha haline gelen o sopadır.
  • سحرهای ساحران دان جمله را ** مرگ چوبی دان که آن گشت اژدها
  • Bütün büyüleri bir lokma yaptı da yuttu... Geceyle dolu olan bir âlemi sabahın yalayıp yutması gibi hani!
  • جادویها را همه یک لقمه کرد ** یک جهان پر شب بد آن را صبح خورد
  • Fakat o yutmakla sabahın nuru artmadı ki... Evvelce nasılsa yine de öyle!
  • نور از آن خوردن نشد افزون و بیش ** بل همان سانست کو بودست پیش
  • Çokluk, fazlalık eserdedir, zatta değil... Zatta ne artma vardır, ne eksilme! 1665
  • در اثر افزون شد و در ذات نی ** ذات را افزونی و آفات نی