- Eski ümmetlerin helâk olması, hep katı taşı öd ağacı sanmalarındandır!
- هر هلاک امت پیشین که بود ** زانک چندل را گمان بردند عود
- Onu anlayacak, meydana çıkaracak temyiz kabiliyetleri vardı ama hırs ve tamah, insanı kör ve sağır eder! 1705
- بودشان تمییز کان مظهر کند ** لیک حرص و آز کور و کر کند
- Körlerin körlüğü rahmetten uzak değildir, onlara acınır. Fakat hırs körlüğüne özür yoktur!
- کوری کوران ز رحمت دور نیست ** کوری حرص است که آن معذور نیست
- Padişahın çarmıha gerdiği adama acınır, fakat haset çarmıhına gerilen bağışlanmaz!
- چارمیخ شه ز رحمت دور نی ** چار میخ حاسدی مغفور نی
- A balık, sonuna bak işin, oltaya değil! Fakat pisboğazlığın, senin işin sonunu gören gözünü kapattı!
- ماهیا آخر نگر بنگر بشست ** بدگلویی چشم آخربینت بست
- İki gözle evveli sonu gör... Kendine gel, iblis gibi tek gözlü olma!
- با دو دیده اول و آخر ببین ** هین مباش اعور چو ابلیس لعین
- Tek gözlü ona derler ki yalnız içinde bulunduğu hali görür... Hayvanlar gibi başka şeyden haberi yoktur. 1710
- اعور آن باشد که حالی دید و بس ** چون بهایم بیخبر از بازپس
- Öküzün iki gözünü çıkarmanın cezası bir gözü çıkarma cezasıdır... Çünkü onda şeref yoktur ki!
- چون دو چشم گاو در جرم تلف ** همچو یک چشمست کش نبود شرف
- Öküzün iki gözü, değerinin yarısıdır... Çünkü onun iki gözle yapacağı şeyi, sen ona yaptırabilirsin!
- نصف قیمت ارزد آن دو چشم او ** که دو چشمش راست مسند چشم تو
- Fakat bir insanın tek gözünü çıkarsan değerinin yarısını vermek gerek!
- ور کنی یک چشم آدمزادهای ** نصف قیمت لایقست از جادهای
- Zira insan gözü, başlı başına başka birinin yardımı olmaksızın bir iş görebilir!
- زانک چشم آدمی تنها به خود ** بی دو چشم یار کاری میکند
- Eşeğin gözü, işin sonunu görmediğinden eşek, çift gözlü olsa da tek gözlü hükmündedir. 1715
- چشم خر چون اولش بی آخرست ** گر دو چشمش هست حکمش اعورست
- Bu sözün sonu yoktur... O hafif akıllı, ekmek tamahı ile padişaha mektup yazmaya koyuldu.
- این سخن پایان ندارد وان خفیف ** مینویسد رقعه در طمع رغیف
- Nafaka istemek için kölenin padişaha mektup yazması
- بقیهی نوشتن آن غلام رقعه به طلب اجری
- Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... Ey cömert padişahın mutfağındaki hasis adam, dedi...
- رفت پیش از نامه پیش مطبخی ** کای بخیل از مطبخ شاه سخی
- Nafakamdan bu kadar şey kesmek padişahtan, padişahın himmetinden uzaktır!
- دور ازو وز همت او کین قدر ** از جریام آیدش اندر نظر
- Mutfak emini dedi ki: öyle iktiza etmiştir de ondan kesmiştir... Ne hasisliktendir bu, ne de darlığından!
- گفت بهر مصلحت فرموده است ** نه برای بخل و نه تنگی دست
- Köle, hayır dedi... Vallahi bu söz, bu emir, padişahın değildir... Padişahın yanında eski altın bile topraktır âdeta! 1720
- گفت دهلیزیست والله این سخن ** پیش شه خاکست هم زر کهن
- Mutfak emini, ona on türlü delil getirdi... Fakat o hırsından hepsini reddetti.
- مطبخی ده گونه حجت بر فراشت ** او همه رد کرد از حرصی که داشت
- Kuşluk vakti nafakası az gelince bir hayli söylendi, kötü sözler söyledi, fakat hiçbir faydası olmadı.
- چون جری کم آمدش در وقت چاشت ** زد بسی تشنیع او سودی نداشت
- Dedi ki: siz bunu kasten yapıyorsunuz. Mutfak emini “hayır biz emir kuluyuz!”
- گفت قاصد میکنید اینها شما ** گفت نه که بنده فرمانیم ما
- Bunu feri’den sanma, asıldandır bu... Yaya pek kabahat bulma, oku atan koldur.
- این مگیر از فرع این از اصل گیر ** بر کمان کم زن که از بازوست تیر
- “Attığın vakit sen atmadın” ayeti bir iptilâdır... Fakat Peygambere de pek günah bulma; bu iş Allah’tandır! 1725
- ما رمیت اذ رمیت ابتلاست ** بر نبی کم نه گنه کان از خداست
- “A gözü kamaşmış adam, su baştan bulanıktır... Gözünü bir iyice aç da işin önüne bak!” dedi.
- آب از سر تیره است ای خیرهخشم ** پیشتر بنگر یکی بگشای چشم
- Köle kızgınlıkla, dertle bir bucağa çekildi, padişaha kızgınlığını bildirir bir mektup yazdı.
- شد ز خشم و غم درون بقعهای ** سوی شه بنوشت خشمین رقعهای
- Mektupta padişahı övdü... Onun cömertlik incilerini deldi!
- اندر آن رقعه ثنای شاه گفت ** گوهر جود و سخای شاه سفت