English    Türkçe    فارسی   

4
1706-1730

  • Körlerin körlüğü rahmetten uzak değildir, onlara acınır. Fakat hırs körlüğüne özür yoktur!
  • کوری کوران ز رحمت دور نیست ** کوری حرص است که آن معذور نیست
  • Padişahın çarmıha gerdiği adama acınır, fakat haset çarmıhına gerilen bağışlanmaz!
  • چارمیخ شه ز رحمت دور نی ** چار میخ حاسدی مغفور نی
  • A balık, sonuna bak işin, oltaya değil! Fakat pisboğazlığın, senin işin sonunu gören gözünü kapattı!
  • ماهیا آخر نگر بنگر بشست ** بدگلویی چشم آخربینت بست
  • İki gözle evveli sonu gör... Kendine gel, iblis gibi tek gözlü olma!
  • با دو دیده اول و آخر ببین ** هین مباش اعور چو ابلیس لعین
  • Tek gözlü ona derler ki yalnız içinde bulunduğu hali görür... Hayvanlar gibi başka şeyden haberi yoktur. 1710
  • اعور آن باشد که حالی دید و بس ** چون بهایم بی‌خبر از بازپس
  • Öküzün iki gözünü çıkarmanın cezası bir gözü çıkarma cezasıdır... Çünkü onda şeref yoktur ki!
  • چون دو چشم گاو در جرم تلف ** هم‌چو یک چشمست کش نبود شرف
  • Öküzün iki gözü, değerinin yarısıdır... Çünkü onun iki gözle yapacağı şeyi, sen ona yaptırabilirsin!
  • نصف قیمت ارزد آن دو چشم او ** که دو چشمش راست مسند چشم تو
  • Fakat bir insanın tek gözünü çıkarsan değerinin yarısını vermek gerek!
  • ور کنی یک چشم آدم‌زاده‌ای ** نصف قیمت لایقست از جاده‌ای
  • Zira insan gözü, başlı başına başka birinin yardımı olmaksızın bir iş görebilir!
  • زانک چشم آدمی تنها به خود ** بی دو چشم یار کاری می‌کند
  • Eşeğin gözü, işin sonunu görmediğinden eşek, çift gözlü olsa da tek gözlü hükmündedir. 1715
  • چشم خر چون اولش بی آخرست ** گر دو چشمش هست حکمش اعورست
  • Bu sözün sonu yoktur... O hafif akıllı, ekmek tamahı ile padişaha mektup yazmaya koyuldu.
  • این سخن پایان ندارد وان خفیف ** می‌نویسد رقعه در طمع رغیف
  • Nafaka istemek için kölenin padişaha mektup yazması
  • بقیه‌ی نوشتن آن غلام رقعه به طلب اجری
  • Mektubu yazmadan mutfak eminine gitti... Ey cömert padişahın mutfağındaki hasis adam, dedi...
  • رفت پیش از نامه پیش مطبخی ** کای بخیل از مطبخ شاه سخی
  • Nafakamdan bu kadar şey kesmek padişahtan, padişahın himmetinden uzaktır!
  • دور ازو وز همت او کین قدر ** از جری‌ام آیدش اندر نظر
  • Mutfak emini dedi ki: öyle iktiza etmiştir de ondan kesmiştir... Ne hasisliktendir bu, ne de darlığından!
  • گفت بهر مصلحت فرموده است ** نه برای بخل و نه تنگی دست
  • Köle, hayır dedi... Vallahi bu söz, bu emir, padişahın değildir... Padişahın yanında eski altın bile topraktır âdeta! 1720
  • گفت دهلیزیست والله این سخن ** پیش شه خاکست هم زر کهن
  • Mutfak emini, ona on türlü delil getirdi... Fakat o hırsından hepsini reddetti.
  • مطبخی ده گونه حجت بر فراشت ** او همه رد کرد از حرصی که داشت
  • Kuşluk vakti nafakası az gelince bir hayli söylendi, kötü sözler söyledi, fakat hiçbir faydası olmadı.
  • چون جری کم آمدش در وقت چاشت ** زد بسی تشنیع او سودی نداشت
  • Dedi ki: siz bunu kasten yapıyorsunuz. Mutfak emini “hayır biz emir kuluyuz!”
  • گفت قاصد می‌کنید اینها شما ** گفت نه که بنده فرمانیم ما
  • Bunu feri’den sanma, asıldandır bu... Yaya pek kabahat bulma, oku atan koldur.
  • این مگیر از فرع این از اصل گیر ** بر کمان کم زن که از بازوست تیر
  • “Attığın vakit sen atmadın” ayeti bir iptilâdır... Fakat Peygambere de pek günah bulma; bu iş Allah’tandır! 1725
  • ما رمیت اذ رمیت ابتلاست ** بر نبی کم نه گنه کان از خداست
  • “A gözü kamaşmış adam, su baştan bulanıktır... Gözünü bir iyice aç da işin önüne bak!” dedi.
  • آب از سر تیره است ای خیره‌خشم ** پیشتر بنگر یکی بگشای چشم
  • Köle kızgınlıkla, dertle bir bucağa çekildi, padişaha kızgınlığını bildirir bir mektup yazdı.
  • شد ز خشم و غم درون بقعه‌ای ** سوی شه بنوشت خشمین رقعه‌ای
  • Mektupta padişahı övdü... Onun cömertlik incilerini deldi!
  • اندر آن رقعه ثنای شاه گفت ** گوهر جود و سخای شاه سفت
  • “Ey avucu, hacetler isteyeni hacetini vermede denizden de cömert olan, buluttan da cömert olan!
  • کای ز بحر و ابر افزون کف تو ** در قضای حاجت حاجات‌جو
  • Çünkü bulut verir ama ağlaya ağlaya verir... Hâlbuki senin elin, gülerek biteviye sofralar yayar” dedi. 1730
  • زانک ابر آنچ دهد گریان دهد ** کف تو خندان پیاپی خوان نهد