English    Türkçe    فارسی   

4
1754-1778

  • Hadi tutalım mal kayboldu gitti, meyil nerede? Sel geçip gittiyse geçtiği yer hani?
  • خود گرفتم مال گم شد میل کو ** سیل اگر بگذشت جای سیل کو
  • Gözün evvelce cana canlar katan siyah bir göz idiyse hadi diyelim o güzellik geçti... Fakat neden şimdi gözün gök? 1755
  • چشم تو گر بد سیاه و جان‌فزا ** گر نماند او جان‌فزا ازرق چرا
  • A ekşi suratlı, temizlik nişanesi nerede? Senden eğri lâfların kokusu gelmekte, sus!
  • کو نشان پاک‌بازی ای ترش ** بوی لاف کژ همی‌آید خمش
  • Mal bağışlamanın gönülde yüz türlü nişanesi olur... İyi işin yüzlerce alâmeti görünür!
  • صد نشان باشد درون ایثار را ** صد علامت هست نیکوکار را
  • Malını dağıtıp bağışlayan kişinin gönlüne o mal yerine yüzlerce dirilik gelir!
  • مال در ایثار اگر گردد تلف ** در درون صد زندگی آید خلف
  • Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... İmkânı yok!
  • در زمین حق زراعت کردنی ** تخمهای پاک آنگه دخل نی
  • Allah bahçeleri de mahsul vermezse artık Allah yeri geniştir denebilir mi? Söyle! 1760
  • گر نروید خوشه از روضات هو ** پس چه واسع باشد ارض الله بگو
  • Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... Artık bundan çok geniş olan Allah yeri nasıl olur da mahsul vermez?
  • چونک این ارض فنا بی‌ریع نیست ** چون بود ارض الله آن مستوسعیست
  • Bu yerin bile sayısız mahsul verme kabiliyeti vardır, en aşağı bir tohuma yedi yüz verir!
  • این زمین را ریع او خود بی‌حدست ** دانه‌ای را کمترین خود هفصدست
  • Hamd ediyorsun, hani hamd edenlerin nişanesi? Bu nişaneler ne içinde var, ne dışında!
  • حمد گفتی کو نشان حامدون ** نه برونت هست اثر نه اندرون
  • Ârifin Allah’ya hamd etmesi doğrudur... Çünkü o hamdın şahidi eldir, ayaktır!
  • حمد عارف مر خدا را راستست ** که گواه حمد او شد پا و دست
  • Hamd ediş, arifi karanlık cisim kuyusundan çekip çıkarır... Dünya zindanından kurtarır! 1765
  • از چه تاریک جسمش بر کشید ** وز تک زندان دنیااش خرید
  • Sırtındaki takva atlasıyla ülfet nuru, hamd etmesinin nişanesidir.
  • اطلس تقوی و نور متلف ** آیت حمدست او را بر کتف
  • Bu eğreti âlemden kurtulmuş, gül bahçelerinde, akarsu kenarlarında yurt tutmuştur.
  • وا رهیده از جهان عاریه ** ساکن گلزار و عین جاریه
  • Oturduğu yer, yurt, vasıl olduğu makam ve rütbe, yüce himmetinin sır sedirinin üstüdür!
  • بر سریر سر عالی‌همتش ** مجلس و جا و مقام و رتبتش
  • Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki doğruların hepsi de orada lâtif, neşeli ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuşlardır!
  • مقعد صدقی که صدیقان درو ** جمله سر سبزند و شاد و تازه‌رو
  • Onların hamd etmeleri, gül bahçesinin bahara hamd etmesi gibidir... Yüzlerce nişanesi, yüzlerce alâmeti ve eseri vardır! 1770
  • حمدشان چون حمد گلشن از بهار ** صد نشانی دارد و صد گیر و دار
  • Baharın geldiğine kaynak, fidan, çimen... O gül bahçesi, o elvan çiçekler şahittir.
  • بر بهارش چشمه و نخل و گیاه ** وآن گلستان و نگارستان گواه
  • Güzelin her tarafta binlerce şahidi vardır... Sedefteki incinin oluşuna şahadet edenler gibi.
  • شاهد شاهد هزاران هر طرف ** در گواهی هم‌چو گوهر بر صدف
  • Hâlbuki senin nefesinden kötü sırrın kokusu gelmede... Ey lâfazan, derdin başından, yüzünden parlayıp görünmede!
  • بوی سر بد بیاید از دمت ** وز سر و رو تابد ای لافی غمت
  • Âlem meydanında kokudan anlayan maharet sahipleri var... öyle ataklık edip pek hayhuy etmeye kalkışma!
  • بوشناسانند حاذق در مصاف ** تو به جلدی های هو کم کن گزاف
  • Misten bahsetme... Ağzından soğan kokusu gelmede, sırrını açığa vurmada! 1775
  • تو ملاف از مشک کان بوی پیاز ** از دم تو می‌کند مکشوف راز
  • Sen daima gülbeşeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran sarımsak kokusu, yavelenme be demekte!
  • گل‌شکر خوردم همی‌گویی و بوی ** می‌زند از سیر که یافه مگوی
  • Gönül, büyük ve geniş bir eve benzer... Gönül evinin gizli komşuları vardır.
  • هست دل ماننده‌ی خانه‌ی کلان ** خانه‌ی دل را نهان همسایگان
  • Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sırları anlarlar!
  • از شکاف روزن و دیوارها ** مطلع گردند بر اسرار ما