- Allah tarlasına temiz tohumlar ekilsin de sonra temiz mahsul vermesin... İmkânı yok!
- در زمین حق زراعت کردنی ** تخمهای پاک آنگه دخل نی
- Allah bahçeleri de mahsul vermezse artık Allah yeri geniştir denebilir mi? Söyle! 1760
- گر نروید خوشه از روضات هو ** پس چه واسع باشد ارض الله بگو
- Bu yokluk yeri bile mahsul vermemezlikte bulunmaz... Artık bundan çok geniş olan Allah yeri nasıl olur da mahsul vermez?
- چونک این ارض فنا بیریع نیست ** چون بود ارض الله آن مستوسعیست
- Bu yerin bile sayısız mahsul verme kabiliyeti vardır, en aşağı bir tohuma yedi yüz verir!
- این زمین را ریع او خود بیحدست ** دانهای را کمترین خود هفصدست
- Hamd ediyorsun, hani hamd edenlerin nişanesi? Bu nişaneler ne içinde var, ne dışında!
- حمد گفتی کو نشان حامدون ** نه برونت هست اثر نه اندرون
- Ârifin Allah’ya hamd etmesi doğrudur... Çünkü o hamdın şahidi eldir, ayaktır!
- حمد عارف مر خدا را راستست ** که گواه حمد او شد پا و دست
- Hamd ediş, arifi karanlık cisim kuyusundan çekip çıkarır... Dünya zindanından kurtarır! 1765
- از چه تاریک جسمش بر کشید ** وز تک زندان دنیااش خرید
- Sırtındaki takva atlasıyla ülfet nuru, hamd etmesinin nişanesidir.
- اطلس تقوی و نور متلف ** آیت حمدست او را بر کتف
- Bu eğreti âlemden kurtulmuş, gül bahçelerinde, akarsu kenarlarında yurt tutmuştur.
- وا رهیده از جهان عاریه ** ساکن گلزار و عین جاریه
- Oturduğu yer, yurt, vasıl olduğu makam ve rütbe, yüce himmetinin sır sedirinin üstüdür!
- بر سریر سر عالیهمتش ** مجلس و جا و مقام و رتبتش
- Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki doğruların hepsi de orada lâtif, neşeli ve sevinçli yüzlerinden belli olarak yurt tutmuşlardır!
- مقعد صدقی که صدیقان درو ** جمله سر سبزند و شاد و تازهرو
- Onların hamd etmeleri, gül bahçesinin bahara hamd etmesi gibidir... Yüzlerce nişanesi, yüzlerce alâmeti ve eseri vardır! 1770
- حمدشان چون حمد گلشن از بهار ** صد نشانی دارد و صد گیر و دار
- Baharın geldiğine kaynak, fidan, çimen... O gül bahçesi, o elvan çiçekler şahittir.
- بر بهارش چشمه و نخل و گیاه ** وآن گلستان و نگارستان گواه
- Güzelin her tarafta binlerce şahidi vardır... Sedefteki incinin oluşuna şahadet edenler gibi.
- شاهد شاهد هزاران هر طرف ** در گواهی همچو گوهر بر صدف
- Hâlbuki senin nefesinden kötü sırrın kokusu gelmede... Ey lâfazan, derdin başından, yüzünden parlayıp görünmede!
- بوی سر بد بیاید از دمت ** وز سر و رو تابد ای لافی غمت
- Âlem meydanında kokudan anlayan maharet sahipleri var... öyle ataklık edip pek hayhuy etmeye kalkışma!
- بوشناسانند حاذق در مصاف ** تو به جلدی های هو کم کن گزاف
- Misten bahsetme... Ağzından soğan kokusu gelmede, sırrını açığa vurmada! 1775
- تو ملاف از مشک کان بوی پیاز ** از دم تو میکند مکشوف راز
- Sen daima gülbeşeker yedim diyorsun ama nefesinden gelip duran sarımsak kokusu, yavelenme be demekte!
- گلشکر خوردم همیگویی و بوی ** میزند از سیر که یافه مگوی
- Gönül, büyük ve geniş bir eve benzer... Gönül evinin gizli komşuları vardır.
- هست دل مانندهی خانهی کلان ** خانهی دل را نهان همسایگان
- Pencereden, duvardaki delikten görüp gözetir, sırları anlarlar!
- از شکاف روزن و دیوارها ** مطلع گردند بر اسرار ما
- Ev sahibinin sezinlemediği, hiç bilmediği bir yarıktan, bir delikten onlar, her şeyi görürler.
- از شکافی که ندارد هیچ وهم ** صاحب خانه و ندارد هیچ سهم
- Kuran’ı okusan a... Şeytan ve kavmi, gizlice insanların halinden koku alırlar. 1780
- از نبی بر خوان که دیو و قوم او ** میبرند از حال انسی خفیه بو
- İnsanın bilmediği bir yoldan insanın sırrını anlarlar... Bu yol, duyguyla duyulur, yahut buna benzer bir şeyle bilinir yol değildir.
- از رهی که انس از آن آگاه نیست ** زانک زین محسوس و زین اشباه نیست
- Görenlerin ortasında hileye kalkışma... Mihenk ortadayken lafa girişme ey kalp!
- در میان ناقدان زرقی متن ** با محک ای قلب دون لافی مزن
- Mihengin, halisi de anlamaya kabiliyeti vardır, kalpı da... Allah, onu beden ve kalp emîri yapmıştır!
- مر محک را ره بود در نقد و قلب ** که خدایش کرد امیر جسم و قلب