English    Türkçe    فارسی   

4
1800-1824

  • Fakat kâmil, Allah doktorları, uzaktan adını duydular mı varlığının ta derinlerine kadar girerler! 1800
  • کاملان از دور نامت بشنوند ** تا به قعر باد و بودت در دوند
  • Hatta sen doğmadan yıllarca evvelki hallerini bile görürler!
  • بلک پیش از زادن تو سالها ** دیده باشندت ترا با حالها
  • Ebuyezid’in, Hasan Harkani’nin, Allah ruhlarını kutlasın, doğacağını yıllarca önce müjdelemesi. Onun suret ve siretine ait nişaneleri birer birer söylemesi ve tarihçilerin, tahkik için bunları yazmaları
  • مژده دادن ابویزید از زادن ابوالحسن خرقانی قدس الله روحهما پیش از سالها و نشان صورت او سیرت او یک به یک و نوشتن تاریخ‌نویسان آن در جهت رصد
  • Bayezid’in Ebulhasan’ın halini daha evvelce nasıl gördüğünü duymadın mı?
  • آن شنیدی داستان بایزید ** که ز حال بوالحسن پیشین چه دید
  • Bir gün o takva sultanı, dervişleriyle sahradan geçerken,
  • روزی آن سلطان تقوی می‌گذشت ** با مریدان جانب صحرا و دشت
  • Ansızın ona Rey civarında Harkan tarafından bir kokudur geldi.
  • بوی خوش آمد مر او را ناگهان ** در سواد ری ز سوی خارقان
  • Orada iştiyaklı bir feryat çekti, rüzgârdan koku aldı. 1805
  • هم بدانجا ناله‌ی مشتاق کرد ** بوی را از باد استنشاق کرد
  • Âşıkçasına bir kokladı; âdeta ruhu rüzgârdan bir şarap tatmaktaydı.
  • بوی خوش را عاشقانه می‌کشید ** جان او از باد باده می‌چشید
  • Buzlu suyla dolu olan bir testinin dışında ter gibi sular peydahlanır.
  • کوزه‌ای کو از یخابه پر بود ** چون عرق بر ظاهرش پیدا شود
  • O, havanın soğukluğundan meydana gelir... Yoksa testinin içinden dışarı su sızmaz!
  • آن ز سردی هوا آبی شدست ** از درون کوزه نم بیرون نجست
  • Koku getiren rüzgâr, onu su haline getirmiştir... İşte onun gibi su da Bayezid’e halis şarap haline gelmişti!
  • باد بوی‌آور مر او را آب گشت ** آب هم او را شراب ناب گشت
  • Bayezid’de sarhoşluk eseri görününce bir müridi ona gelip 1810
  • چون درو آثار مستی شد پدید ** یک مرید او را از آن دم بر رسید
  • Sordu: “Beş duyguyla altı cihetten dışarı olan şu hoş hal nedir?
  • پس بپرسیدش که این احوال خوش ** که برونست از حجاب پنج و شش
  • Yüzün gâh kızarmakta, gâh ağarmakta... Bu ne hal, bu ne müjde?
  • گاه سرخ و گاه زرد و گه سپید ** می‌شود رویت چه حالست و نوید
  • Koklayıp duruyorsun ama görünürde gül yok, şüphesiz bu, gayb âleminden, hakikî güllerin açtığı gül bahçesinden.
  • می‌کشی بوی و به ظاهر نیست گل ** بی‌شک از غیبست و از گلزار کل
  • Ey her kendini tanıyan, bilen kişinin muradı ve maksadı olan er, her an sana gayb âleminden bir haber, bir mektup gelmekte,
  • ای تو کام جان هر خودکامه‌ای ** هر دم از غیبت پیام و نامه‌ای
  • Her an Yakup gibi sana da bir Yusuf’tan şifa kokusu erişmekte. 1815
  • هر دمی یعقوب‌وار از یوسفی ** می‌رسد اندر مشام تو شفا
  • Bize de o testiden bir katra dök... Bize de o gül bahçesinden bir kokucuk anlat!
  • قطره‌ای بر ریز بر ما زان سبو ** شمه‌ای زان گلستان با ما بگو
  • Biz buna alışmamışız ey yüce ve güzel er... Bizim dudağımız kuru, sen bu şarabı yalnızca içiyorsun!
  • خو نداریم ای جمال مهتری ** که لب ما خشک و تو تنها خوری
  • Ey, çevik er, ey gökyüzünü dönüp dolaşan er, içtiğin şaraptan bize de bir yudumcuk sun!
  • ای فلک‌پیمای چست چست‌خیز ** زانچ خوردی جرعه‌ای بر ما بریز
  • Bu zamanda meclisin beyi sensin, senden başkası değil... Bize de bak!
  • میر مجلس نیست در دوران دگر ** جز تو ای شه در حریفان در نگر
  • Bu şarap, gizlice içilir mi ki? Şarap, muhakkak adamı rezil, rüsvay eder! 1820
  • کی توان نوشید این می زیردست ** می یقین مر مرد را رسواگرست
  • Kokusunu gizlesen bile sarhoş gözlerini ne yapacaksın ki?
  • بوی را پوشیده و مکنون کند ** چشم مست خویشتن را چون کند
  • Zaten bu koku, âlemde yüz binlerce perde altında gizlenebilecek bir koku değil ki!
  • خود نه آن بویست این که اندر جهان ** صد هزاران پرده‌اش دارد نهان
  • O keskin kokuyla ovalar, çöller doldu... Hatta ova da nedir ki? O koku, dokuz feleği bile geçti!
  • پر شد از تیزی او صحرا و دشت ** دشت چه کز نه فلک هم در گذشت
  • Bu şarabın bulunduğu testinin başını balçıkla örtme... Zaten bu öyle bir açıkta şarap ki örtülmesine imkan yok!
  • این سر خم را به کهگل در مگیر ** کین برهنه نیست خود پوشش‌پذیر