- Bayezıd dedi ki: “Şaşılacak bir koku geldi bana... Peygambere Yemen’den gelen koku gibi!
- گفت بوی بوالعجب آمد به من ** همچنانک مر نبی را از یمن
- Muhammet demiştir ki. Seher yelinin eliyle bana Yemen’den Allah kokusu gelmekte.
- که محمد گفت بر دست صبا ** از یمن میآیدم بوی خدا
- Vise’nin ruhuna Rahim’in kokusu geldiği gibi Üveys’ten de Allah kokusu geliyor.
- بوی رامین میرسد از جان ویس ** بوی یزدان میرسد هم از اویس
- Üveys’ten, Karen kabilesinden garip bir koku geldi de Peygamberi sarhoş etti, neşelendirdi!
- از اویس و از قرن بوی عجب ** مر نبی را مست کرد و پر طرب
- Üveys kendinden geçmiş, yere mensupken göklere mensup olmuştu! 1830
- چون اویس از خویش فانی گشته بود ** آن زمینی آسمانی گشته بود
- Heliyle, şekerle karışmış, halli hamur olmuş, acı tadı kalmamıştı artık!
- آن هلیلهی پروریده در شکر ** چاشنی تلخیش نبود دگر
- Heliyle, varlığından tamamıyla geçmişti... Yalnız heliyle şeklindeydi ama lezzeti kalmamıştı ki!”
- آن هلیلهی رسته از ما و منی ** نقش دارد از هلیله طعم نی
- Bu sözün sonu gelmez. O aslan er, gayb âleminin vahyinden neler söyledi? Sen onu anlat!
- این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا چه گفت از وحی غیب آن شیرمرد
- Rasul sallallahu aleyhi vesselem’in “Ben Yemen tarafından Rahman kokusunu almaktayım” demesi
- قول رسول صلی الله علیه و سلم انی لاجد نفس الرحمن من قبل الیمن
- Bayezıd dedi ki “Bu taraftan bir dostun kokusu gelmekte... Bu köyden bir padişah geliyor!
- گفت زین سو بوی یاری میرسد ** کاندرین ده شهریاری میرسد
- Bunca yıldan sonra bir padişah doğacak... Otağını göklere kuracak! 1835
- بعد چندین سال میزاید شهی ** میزند بر آسمانها خرگهی
- Yüzü Allah’ın gül bahçelerinin tesiriyle gül rengine dönecek... Makam ve rütbe bakımından benden üstün olacak!”
- رویش از گلزار حق گلگون بود ** از من او اندر مقام افزون بود
- Dediler ki: Adı ne? Bayezid, Ebül Hasan dedi... Onun şeklini, kaşının çenesinin ne şekilde olduğunu anlattı.
- چیست نامش گفت نامش بوالحسن ** حلیهاش وا گفت ز ابرو و ذقن
- Boyunu, rengini, şeklini, saçlarını, yüzünü bir bir anlattı.
- قد او و رنگ او و شکل او ** یک به یک واگفت از گیسو و رو
- İç huylarını, manevi sıfatlarını... Ruhunu, yolunu, yerini, varlığını hep söyledi.
- حلیههای روح او را هم نمود ** از صفات و از طریقه و جا و بود
- Ten şekli, ten gibi iğretidir... Ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer! 1840
- حلیهی تن همچو تن عاریتیست ** دل بر آن کم نه که آن یک ساعتیست
- Tabii ruhun şekli, hali de fanidir... O can şeklini, sıfatını iste ki gökyüzündedir!
- حلیهی روح طبیعی هم فناست ** حلیهی آن جان طلب کان بر سماست
- Onun bedeni, yeryüzünde mum gibidir... Nuru ise yedinci kat tavanın üstündedir!
- جسم او همچون چراغی بر زمین ** نور او بالای سقف هفتمین
- Güneşin ışıkları odadadır ama güneş, dördüncü kat göktedir.
- آن شعاع آفتاب اندر وثاق ** قرص او اندر چهارم چارطاق
- Gülün suretini, lâtife yollu burnunun altında görürsün ama gül kokusu dimağın ta tavanına, sayvanına kadar her yeri tutmuştur.
- نقش گل در زیربینی بهر لاغ ** بوی گل بر سقف و ایوان دماغ
- Uyuyan adam, Aden’de bir azaba uğradığını görür ama aksi, bedeninde ter halinde görünür! 1845
- مرد خفته در عدن دیده فرق ** عکس آن بر جسم افتاده عرق
- Gömlek, Mısır’da bir harise rehin olmuştur ama Kenan ülkesi o gömleğin kokusuyla dolmuştur!
- پیرهن در مصر رهن یک حریص ** پر شده کنعان ز بوی آن قمیص
- Tarihçiler, bunu duyunca Bayezid’in tayin ettiği zamanı yazdılar... Âdeta şişe benzeyen kamış kalemlerini kebapla bezediler.
- بر نبشتند آن زمان تاریخ را ** از کباب آراستند آن سیخ را
- Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu... Devlet satrancını oynadı!
- چون رسید آن وقت و آن تاریخ راست ** زاده شد آن شاه و نرد ملک باخت
- Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi.
- از پس آن سالها آمد پدید ** بوالحسن بعد وفات بایزید
- O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti. 1850
- جملهی خوهای او ز امساک وجود ** آنچنان آمد که آن شه گفته بود