- Tanı o zaman, o tarih gelip çatınca o padişah doğdu... Devlet satrancını oynadı!
- چون رسید آن وقت و آن تاریخ راست ** زاده شد آن شاه و نرد ملک باخت
- Bayezid’in ölümünden sonra yıllar geçti, Ebul Hasan dünyaya geldi.
- از پس آن سالها آمد پدید ** بوالحسن بعد وفات بایزید
- O padişah, Ebulhasan’ın ihsanına, kıskanmasına ait ne gibi huylar söylediyse aynen zuhur etti. 1850
- جملهی خوهای او ز امساک وجود ** آنچنان آمد که آن شه گفته بود
- Çünkü onun önünde giden levhimahfuz’dur... Neden mahfuzdur o levh? Hatadan!
- لوح محفوظ است او را پیشوا ** از چه محفوظست محفوظ از خطا
- Bu, ne yıldız bilgisidir, ne remil, ne de rüya... Allah, doğrusunu daha iyi bilir ya, Allah vahyidir!
- نه نجومست و نه رملست و نه خواب ** وحی حق والله اعلم بالصواب
- Sofiler, bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir.
- از پی روپوش عامه در بیان ** وحی دل گویند آن را صوفیان
- Sen istersen onu gönül vahyi farz et... Gönül zaten onun nazargâhıdır... Gönül, ona agâh olunca nasıl hata eder?
- وحی دل گیرش که منظرگاه اوست ** چون خطا باشد چو دل آگاه اوست
- Ey mümin, sen, Allah nuruyla bakar, görürsün... Hatadan, yanılmadan eminsin! 1855
- مومنا ینظر به نور الله شدی ** از خطا و سهو آمن آمدی
- Sofinin canına, gönlüne gelen Allah yemeğinin eksilmesi
- نقصان اجرای جان و دل صوفی از طعام الله
- Sofi, yoksulluktan dertlenince yoksulluğu, ona dadı ve gıda kesilir.
- صوفیی از فقر چون در غم شود ** عین فقرش دایه و مطعم شود
- Çünkü cennet, hoşa gitmeyen şeylerden meydana gelmiştir... Merhamet, gönlü kırık âcizlerin nasibidir.
- زانک جنت از مکاره رسته است ** رحم قسم عاجزی اشکسته است
- Yücelikle başlar kıran kişiye ne Allah’ın merhameti nasip olur, ne halkın!
- آنک سرها بشکند او از علو ** رحم حق و خلق ناید سوی او
- Bu sözün sonu yoktur... Evet, o yiğit, yiyecek ve ekmek nafakasının azlığından perişan oldu!
- این سخن آخر ندارد وان جوان ** از کمی اجرای نان شد ناتوان
- Ne mutlu o sofiye ki rızkı azalır... Boncuğu inci olur, kendisi deniz kesilir! 1860
- شاد آن صوفی که رزقش کم شود ** آن شبهش در گردد و اویم شود
- O hususi Allah nafakasını duyan, Allah’ın yakınlığına erer, gayb nafakasını elde eder.
- زان جرای خاص هر که آگاه شد ** او سزای قرب و اجریگاه شد
- Fakat ruh nafakası noksan olan kişinin canı o noksan yüzünden titremeye başlar.
- زان جرای روح چون نقصان شود ** جانش از نقصان آن لرزان شود
- Anlar ki bir hata etmiştir de bundan dolayı rıza yaseminliği perişan olmuştur.
- پس بداند که خطایی رفته است ** که سمنزار رضا آشفته است
- İşte o adam da ekinin az olması yüzünden harman sahibine mektup yazdı.
- همچنانک آن شخص از نقصان کشت ** رقعه سوی صاحب خرمن نبشت
- Mektubunu o yüce ve adil padişaha götürdüler, okudu, fakat bir cevap vermedi. 1865
- رقعهاش بردند پیش میر داد ** خواند او رقعه جوابی وا نداد
- Dedi ki: onun derdi yalnız gıda, başka bir şey değil... Ahmağa verilecek en iyi cevap sükûttur.
- گفت او را نیست الا درد لوت ** پس جواب احمق اولیتر سکوت
- Ayrılık ve vuslat derdi onda hiç yok... fer’e bağlanmış, aslı hiç aramıyor.
- نیستش درد فراق و وصل هیچ ** بند فرعست او نجوید اصل هیچ
- O ahmağın biri... Varlığa kapılmış, ölmüş gitmiş fer’in derdiyle asla aldırış bile etmemekte.
- احمقست و مردهی ما و منی ** کز غم فرعش فراغ اصل نی
- Göklerle yeri bir elma farz et... Allah’ın kudret ağacından bitmiş!
- آسمانها و زمین یک سیب دان ** کز درخت قدرت حق شد عیان
- Sen, bu elmanın içindeki bir kurda benzersin; ağaçtan da haberin yok, bahçıvandan da! 1870
- تو چه کرمی در میان سیب در ** وز درخت و باغبانی بیخبر
- Elmada bir kurt daha var; fakat onun canı dış âleminde bayrak sahibi!
- آن یکی کرمی دگر در سیب هم ** لیک جانش از برون صاحبعلم
- Onun hareketi elmayı yarar... Elma onun hareketine karşı koyamaz!
- جنبش او وا شکافد سیب را ** بر نتابد سیب آن آسیب را