- Allah, biz ders alalım da insafa gelelim diye bu teraziyi halk etti.
- این ترازو بهر این بنهاد حق ** تا رود انصاف ما را در سبق
- Sen eksik dirhem korsan ben eksik tartarım... Sen benimle apaydın muamelede bulunursan ben de seninle apaydın muamelede bulunurum! 1900
- از ترازو کم کنی من کم کنم ** تا تو با من روشنی من روشنم
- Böylece Süleyman’ın tacı da eğrildi... Aydın günü ona gece etti âdeta!
- همچنین تاج سلیمان میل کرد ** روز روشن را برو چون لیل کرد
- Süleyman dedi ki: Ey taç, neden başımda eğrilirsin... A güneş, doğumdan eksilme benim!
- گفت تا جا کژ مشو بر فرق من ** آفتابا کم مشو از شرق من
- O eliyle tacı düzelttikçe taç eğrilmekteydi yiğidim!
- راست میکرد او به دست آن تاج را ** باز کژ میشد برو تاج ای فتی
- Tam sekiz kere doğrulttu, sekiz kere eğrildi... Dedi ki: Ey taç, bu ne bu? Eğrilme artık!
- هشت بارش راست کرد و گشت کژ ** گفت تاجا چیست آخر کژ مغژ
- Taç dedi ki: Beni yüz kere doğrultsan yine eğrilirim... Çünkü inanılır kişi, sen eğrilmedesin! 1905
- گفت اگر صد ره کنی تو راست من ** کژ شوم چون کژ روی ای متمن
- Süleyman, bunun üzerine kalbini doğrulttu... Gönlündeki şehvetten soğudu...
- پس سلیمان اندرونه راست کرد ** دل بر آن شهوت که بودش کرد سرد
- Tacı da derhal doğruldu... Nasıl istiyorsa başında öyle durdu.
- بعد از آن تاجش همان دم راست شد ** آنچنان که تاج را میخواست شد
- Süleyman, bundan sonra onu mahsustan eğriltmede, taç da inadına doğrulmadaydı.
- بعد از آنش کژ همی کرد او به قصد ** تاج او میگشت تارکجو به قصد
- O ulu Peygamber, tacını sekiz kere eğriltti; her defasında taç, başında doğruldu.
- هشت کرت کژ بکرد آن مهترش ** راست میشد تاج بر فرق سرش
- Taç, dile geldi de ey padişah, nazlan dedi... Kanadından mademki tozu, toprağı silktin; uç! 1910
- تاج ناطق گشت کای شه ناز کن ** چون فشاندی پر ز گل پرواز کن
- Bana izin yok ki bundan ileriye geçeyim... Bu sırrın gayb perdelerini yırtayım!
- نیست دستوری کزین من بگذرم ** پردههای غیب این برهم درم
- Elini sen ağzıma koy da kapat... Ağzım, beğenilmeyen şeyler söylemesin!
- بر دهانم نه تو دست خود ببند ** مر دهانم را ز گفت ناپسند
- Hâsılı sana ne dert gelirse başkasına kabahat bulma; kendine bak!
- پس ترا هر غم که پیش آید ز درد ** بر کسی تهمت منه بر خویش گرد
- Dostum, bu iş başkasından oldu sanma... o kölenin uğraştığı gibi uğraşıp durma!
- ظن مبر بر دیگری ای دوستکام ** آن مکن که میسگالید آن غلام
- Köle, gâh elçiyle, mutfak eminiyle uğraşıp savaşmasaydı... Gâh cömert padişaha kızmadaydı. 1915
- گاه جنگش با رسول و مطبخی ** گاه خشمش با شهنشاه سخی
- Tıpkı Firavun gibi... Hani o da Musa’yı bırakmıştı da halkın yavrucaklarının başlarını kestiriyordu.
- همچو فرعونی که موسی هشته بود ** طفلکان خلق را سر میربود
- Hâlbuki düşman, o kör gönüllünün evindeydi... Oysa başka çocukların başlarını kopartıp duruyordu!
- آن عدو در خانهی آن کور دل ** او شده اطفال را گردن گسل
- Sen de dış âleminde başkalarıyla kötü oluyorsun da içten kötü nefsinle uzlaşıyorsun.
- تو هم از بیرون بدی با دیگران ** واندرون خوش گشته با نفس گران
- Düşmanın o... fakat sen ona şeker vermedesin... Dışarıdan da herkesi töhmetli tutmadasın!
- خود عدوت اوست قندش میدهی ** وز برون تهمت به هر کس مینهی
- Sen Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün... Düşmanla iyisin de suçsuzları aşağılatmadasın. 1920
- همچو فرعونی تو کور و کوردل ** با عدو خوش بیگناهان را مذل
- A firavun, niceye dek suçsuzları öldürecek, asıl suçlu olan nefsini hoş tutacaksın?
- چند فرعونا کشی بیجرم را ** مینوازی مر تن پر غرم را
- Firavun’un aklı, padişahların aklından üstündü ama Allah hükmü onu akılsız ve kör etmişti!
- عقل او بر عقل شاهان میفزود ** حکم حق بیعقل و کورش کرده بود
- Bir adamın can gözünü, can kulağını Allah kapattı mı o adam Eflatun olsa hayvanlaşır!
- مهر حق بر چشم و بر گوش خرد ** گر فلاطونست حیوانش کند