English    Türkçe    فارسی   

4
191-215

  • Karısı dedi ki: “Bize akraba olmak istiyor... İyi bir kadın ama içini Allah bilir artık.
  • گفت میلش خویشی و پیوستگیست ** نیک خاتونیست حق داند که کیست
  • Kızı görmek istiyordu ama tesadüf bu ya, kız da mektepte.
  • خواست دختر را ببیند زیر دست ** اتفاقا دختر اندر مکتبست
  • Fakat ister un olsun, ister kepek... Onu canla gönülle gelinliğe kabul ederim dedi.
  • باز گفت ار آرد باشد یا سبوس ** می‌کنم او را به جان و دل عروس
  • Öyle bir oğlu var ki şehirde misli yok... Güzel, anlayışlı, çevik, hem de iyi bir geçimi var.”
  • یک پسر دارد که اندر شهر نیست ** خوب و زیرک چابک و مکسب کنیست
  • Sofi dedi ki: “İyi ama biz yoksuluz, perişanız... Bu kadının ailesiyse mallı, mülklü kişiler. 195
  • گفت صوفی ما فقیر و زار و کم ** قوم خاتون مال‌دار و محتشم
  • Nasıl olurda bize eşit olabilir? Kapının bir kanadı tahtadan, öbürü fildişinden... Böyle şey olur mu hiç?
  • کی بود این کفو ایشان در زواج ** یک در از چوب و دری دیگر ز عاج
  • Nikâhta iki çiftin birbirine eşit ve denk olması lâzım... Yoksa iş bozulur, geçim olmaz!”
  • کفو باید هر دو جفت اندر نکاح ** ورنه تنگ آید نماند ارتیاح
  • Kadının, o çeyiz kaydında değil, istediği şey kapalı ve namuslu olmasından ibaret demesi, sofinin de bunu gizli tut demesi
  • گفتن زن کی او در بند جهاز نیست مراد او ستر و صلاحست و جواب گفتن صوفی این را سرپوشیده
  • Kadın dedi ki: “Ben de bu özrü söyledim, ama o, çeyiz filan arayanlardan değilim...
  • گفت گفتم من چنین عذری و او ** گفت نه من نیستم اسباب جو
  • Biz mala, altına doymuş, imtilâ olmuş, usanmışız... Halk gibi hırs sahibi değiliz, mal ve para toplama düşüncesi yok bizde.
  • ما ز مال و زر ملول و تخمه‌ایم ** ما به حرص و جمع نه چون عامه‌ایم
  • Bizim istediğimiz şey, yalnız kapalı, temiz ve namuslu oluşudur. Zaten iki âlemde de kurtuluş, bununla olur.” dedi. 200
  • قصد ما سترست و پاکی و صلاح ** در دو عالم خود بدان باشد فلاح
  • Sofi, yine yoksulluk özrünü ortaya koydu; bunu gizli kalmasın diye tekrar tekrar anlattı.
  • باز صوفی عذر درویشی بگفت ** و آن مکرر کرد تا نبود نهفت
  • Kadın dedi ki: “Ben de bunu tekrarladım, çeyizimizin olmadığını iyice anlattım.
  • گفت زن من هم مکرر کرده‌ام ** بی‌جهازی را مقرر کرده‌ام
  • Fakat onun inanışı dağdan da sağlam... Yüzlerce yoksulluktan bile şikâyet etmiyor.
  • اعتقاد اوست راسختر ز کوه ** که ز صد فقرش نمی‌آید شکوه
  • Benim istediğim şey namustur, sizden dilediğim doğruluktur, himmettir deyip duruyor.”
  • او همی‌گوید مرادم عفتست ** از شما مقصود صدق و همتست
  • Sofi dedi ki: “Zaten çeyizimizi, malımızı gördü... Gizli aşikâr başka neyimiz varsa onları da hep görür. 205
  • گفت صوفی خود جهاز و مال ما ** دید و می‌بیند هویدا و خفا
  • İşte daracık bir evimiz, bir kişi sığacak kadar bir yerimiz var... Öyle dar ki orada bir iğne bile gizlenemez.
  • خانه‌ی تنگی مقام یک تنی ** که درو پنهان نماند سوزنی
  • Temizliğe, kapalılığa, namuslu oluşa gelince: o, bunu zaten bilir!
  • باز ستر و پاکی و زهد و صلاح ** او ز ما به داند اندر انتصاح
  • Kapalılığını, örtülü ve namuslu oluşunu o, önünde de, sonunda da, başında da, nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür.
  • به ز ما می‌داند او احوال ستر ** وز پس و پیش و سر و دنبال ستر
  • Zaten kızımızın çeyizi çimeni, aşçısı, işçisi olmadığı meydanda... İyi ve namuslu oluşuna gelince: o, bunu zaten bilir.
  • ظاهرا او بی‌جهاز و خادمست ** وز صلاح و ستر او خود عالمست
  • Kızın namuslu olduğunu babanın anlatması şart değil ya... Nasıl olduğu esasen onca aydın gün gibi meydandadır’’. 210
  • شرح مستوری ز بابا شرط نیست ** چون برو پیدا چو روز روشنیست
  • Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
  • این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا
  • A dâvada ayak direyip duran, senin anlayışın, hüküm çıkarışın da bundan ibaret işte!
  • مر ترا ای هم به دعوی مستزاد ** این بدستت اجتهاد و اعتقاد
  • Sen de sofinin karısı gibi hainsin, kötülükte hile tuzağını kurmuşsun!
  • چون زن صوفی تو خاین بوده‌ای ** دام مکر اندر دغا بگشوده‌ای
  • Bu suretle her yüzü yunmadık pis kişiye temizliğini anlatır durursun... Kendinden utanır da Allah’tan utanmazsın!
  • که ز هر ناشسته رویی کپ زنی ** شرم داری وز خدای خویش نی
  • Allah’a “duyar, görür” demekteki maksat
  • غرض از سمیع و بصیر گفتن خدا را
  • Allah, her şeyi görür, bu görüş de daima seni korkutsun diye kendisine “gören” dedi. 215
  • از پی آن گفت حق خود را بصیر ** که بود دید ویت هر دم نذیر