English    Türkçe    فارسی   

4
216-240

  • Kötü sözlerden dudağını yumasın diye de kendisini “duyan diye anlattı.
  • از پی آن گفت حق خود را سمیع ** تا ببندی لب ز گفتار شنیع
  • Korkasın da bir fesat düşünmeyesin diye “bilen” adını takındı.
  • از پی آن گفت حق خود را علیم ** تا نیندیشی فسادی تو ز بیم
  • Fakat bunlar, meselâ zenciye kâfur adının verildiği gibi Allah’a konmuş adlar değildir.
  • نیست اینها بر خدا اسم علم ** که سیه کافور دارد نام هم
  • Allah ismi, sıfattan türeme, sıfattan meydana gelmedir, Allah sıfatlarıysa kadimdir, evveli yoktur. İlleti Ûlâ misali gibi batıl ve saçma değildir.
  • اسم مشتقست و اوصاف قدیم ** نه مثال علت اولی سقیم
  • Öyle olmasaydı sağıra duyan, köre aydın adlarının verilmesi gibi alay olur, maskaralık olurdu. 220
  • ورنه تسخر باشد و طنز و دها ** کر را سامع ضریران را ضیا
  • Tanınma için konan ad, meselâ terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup yahut kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiş bir addır.
  • یا علم باشد حیی نام وقیح ** یا سیاه زشت را نام صبیح
  • Yeni doğmuş çocukcağıza hacı yahut da soyunda var diye gazi adını koymaktır.
  • طفلک نوزاده را حاجی لقب ** یا لقب غازی نهی بهر نسب
  • Bu lâkapları, övmek için söylerlerse övülende bu sıfatlar yoksa övüş, doğru olmaz ki.
  • گر بگویند این لقبها در مدیح ** تا ندارد آن صفت نبود صحیح
  • Ya alaya almaktır yahut da öven delidir. Allah ise zalimlerin söylediklerinden beridir, paktır.
  • تسخر و طنزی بود آن یا جنون ** پاک حق عما یقول الظالمون
  • Ben seninle buluşmadan önce de biliyordum: Güzel yüzlüsün ama kötü huylusun sen! 225
  • من همی دانستمت پیش از وصال ** که نکورویی ولیکن بدخصال
  • Ben seni görmeden de inatçı bir adam olduğunu, kötülükte ayak diremiş, kötülüğe alışmış bulunduğunu biliyordum.
  • من همی دانستمت پیش از لقا ** کز ستیزه راسخی اندر شقا
  • Gözüm kızarırsa, az görsem bile yine o illete tutulduğumu bilirim ya!
  • چونک چشمم سرخ باشد در غمش ** دانمش زان درد گر کم بینمش
  • Sen beni çobansız bir kuzu gibi yapayalnız gördün de bekçim, gözcüm yok sandın.
  • تو مرا چون بره دیدی بی شبان ** تو گمان بردی ندارم پاسبان
  • Âşıklar, bakılmaması lazım gelen yere bakarlar da o yüzden dertlenirler, o dert sebebiyle de ağlarlar, inlerler.
  • عاشقان از درد زان نالیده‌اند ** که نظر ناجایگه مالیده‌اند
  • O ceylanı çobansız, o esiri ucuz sanırlar. 230
  • بی‌شبان دانسته‌اند آن ظبی را ** رایگان دانسته‌اند آن سبی را
  • Nihayet “Gözcüsü, bekçisi benim... Az bak!” diye bir bakış okudur gelir, ciğerlerine saplanır!
  • تا ز غمزه تیر آمد بر جگر ** که منم حارس گزافه کم نگر
  • Ben, bir kuzudan da, keçiden de aşağı mıyım ki ardımda gözcüm, bekçim olmasın?
  • کی کم از بره کم از بزغاله‌ام ** که نباشد حارس از دنباله‌ام
  • Öyle bir bekçim var ki saltanat, ona yaraşır... Bana nasıl bir yel esmekte? O bilir!
  • حارسی دارم که ملکش می‌سزد ** داند او بادی که آن بر من وزد
  • O yel soğuk mudur, sıcak mı? O bilen Allah, gafil değildir... Bilir a kötü kişi!
  • سرد بود آن باد یا گرم آن علیم ** نیست غافل نیست غایب ای سقیم
  • Fakat şehvete mensup olan nefis, Hak’tan sağırdır, kördür. Ben de senin körlüğünü ta uzaktan gördüm. 235
  • نفس شهوانی ز حق کرست و کور ** من به دل کوریت می‌دیدم ز دور
  • Onun için sekiz yıldır hiç seni sormadım... Çünkü seni bilgisizlikle kat kat dolu gördüm ben.
  • هشت سالت زان نپرسیدم به هیچ ** که پرت دیدم ز جهل پیچ پیچ
  • Külhandaki adama nasılsın diye neye sorayım? Nasıl olacak; baş aşağı bir halde işte!
  • خود چه پرسم آنک او باشد بتون ** که تو چونی چون بود او سرنگون
  • Dünya külhana benzer, takva da hamama
  • مثال دنیا چون گولخن و تقوی چون حمام
  • Dünya şehveti, külhana benzer. Takva hamamı da onunla aydınlanır.
  • شهوت دنیا مثال گلخنست ** که ازو حمام تقوی روشنست
  • Fakat takva sahipleri bu külhanda safa ve zevk içindedirler... Çünkü onlar, hamama girmiş, yunup arınmışlardır.
  • لیک قسم متقی زین تون صفاست ** زانک در گرمابه است و در نقاست
  • Zenginlerse hamamdakileri ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler. 240
  • اغنیا ماننده‌ی سرگین‌کشان ** بهر آتش کردن گرمابه‌بان