English    Türkçe    فارسی   

4
2352-2376

  • O halileyi, belileyi dövmek, onları adeta telef etmek, bedenin yapılmasıdır.
  • آن هلیله و آن بلیله کوفتن ** زان تلف گردند معموری تن
  • Buğdayı değirmende ezmeseydin ondan ekmek yapabilir miydi? Bizim soframızı bezeyebilir miydi?
  • تا نکوبی گندم اندر آسیا ** کی شود آراسته زان خوان ما
  • A balık, yediğim tuz ekmek, seni ağından kurtarmak için beni böyle uğraştırıyorsun ya!
  • آن تقاضا کرد آن نان و نمک ** که ز شستت وا رهانم ای سمک
  • Musa’nın öğüdünü kabul edersen sonu kötü olan böyle bir oltadan kurtulursun! 2355
  • گر پذیری پند موسی وا رهی ** از چنین شست بد نامنتهی
  • Kendini hayli zamandır heva ve hevese kul, köle ettin... Yeter artık! Küçücük bir kurdu ejderha haline getirdin.
  • بس که خود را کرده‌ای بنده‌ی هوا ** کرمکی را کرده‌ای تو اژدها
  • Ben de senin ejderhana karşı ejderha getirttim... Onunla anbean seni ıslah etmek niyetindeyim.
  • اژدها را اژدها آورده‌ام ** تا با صلاح آورم من دم به دم
  • Onun nefesi, bunun nefesiyle tutulsun... Ejderham, o ejderhayı mahvetsin!
  • تا دم آن از دم این بشکند ** مار من آن اژدها را بر کند
  • Eğer razı olursan iki yılandan da kurtulursun... Yok, razı olmazsan o ejderha, canını kökünden siler süpürür, seni mahveder!
  • گر رضا دادی رهیدی از دو مار ** ورنه از جانت برآرد آن دمار
  • Firavun dedi ki: Pek usta bir büyücüsün... Bu ülkeye bir ikiliktir saldın. 2360
  • گفت الحق سخت استا جادوی ** که در افکندی به مکر اینجا دوی
  • Gönlü bir olan halkı iki bölüğe ayırdın... Öyledir; büyücülük, dağa, taşa bile tesir eder... Onları bile yarar, yıkar.
  • خلق یک‌دل را تو کردی دو گروه ** جادوی رخنه کند در سنگ و کوه
  • Musa şöyle cevap verdi: Ben, Allah emirlerine gark olmuşum... Hiç Allah adı ile büyücülük görülmüş şey midir?
  • گفت هستم غرق پیغام خدا ** جادوی کی دید با نام خدا
  • Büyücülüğün temeli gaflettir, kâfirliktir... Hâlbuki Musa’nın canı, din meşalesidir.
  • غفلت و کفرست مایه‌ی جادوی ** مشعله‌ی دینست جان موسوی
  • A çirkin, ben büyücülere benzer miyim? Nefesine Mesih bile haset etmededir benim.
  • من به جادویان چه مانم ای وقیح ** کز دمم پر رشک می‌گردد مسیح
  • A cenabet, benim nerem büyücülere benzer? Kitaplar, canımda nurlanır, ışıklanır. 2365
  • من به جادویان چه مانم ای جنب ** که ز جانم نور می‌گیرد کتب
  • Fakat sen heva ve heves kanadı ile uçtuğun için benim hakkımda şüpheye düşüyorsun.
  • چون تو با پر هوا بر می‌پری ** لاجرم بر من گمان آن می‌بری
  • Kim hilebazlarla canavarların işini işlerse elbette kerem sahipleri hakkında şüphelenir.
  • هر کرا افعال دام و دد بود ** بر کریمانش گمان بد بود
  • Sen, bir âlemin cüzüsün... Ne olursan ol, mutlaka o âlemin külünü kendi sıfatlarında görürsün sen, azgın herif!
  • چون تو جزو عالمی هر چون بوی ** کل را بر وصف خود بینی سوی
  • Döndün de başın döndü mü gözüne ev de dönüyor görünür.
  • گر تو برگردی و بر گردد سرت ** خانه را گردنده بیند منظرت
  • Gemiye binersin; gemi hareket etti mi deniz kıyısını yürüyor görürsün! 2370
  • ور تو در کشتی روی بر یم روان ** ساحل یم را همی بینی دوان
  • Bir savaştan, bir çekişten canın daralırsa bütün dünyayı dar görürsün!
  • گر تو باشی تنگ‌دل از ملحمه ** تنگ بینی جمله دنیا را همه
  • Dostların dilediği gibi hoşluğa erersen, gönlün hoş olursa bu âlem, sana gül bahçesi görünür.
  • ور تو خوش باشی به کام دوستان ** این جهان بنمایدت چون گلستان
  • Nice kişiler, ta Şam' a Irak' a kadar gittiler de oralarda kâfirlikten, münafıklıktan başka bir şey görmediler.
  • ای بسا کس رفته تا شام و عراق ** او ندیده هیچ جز کفر و نفاق
  • Nice kişiler, ta Hint ülkesine, Herat şehrine dek vardılar da oralarda alış verişten başka bir şey bulamadılar!
  • وی بسا کس رفته تا هند و هری ** او ندیده جز مگر بیع و شری
  • Niceler, Türkistan’a, Çin’e vardılar da oralarda hileden, tuzaktan başka bir şey görmediler! 2375
  • وی بسا کس رفته ترکستان و چین ** او ندیده هیچ جز مکر و کمین
  • Sefere giden renkten, kokudan başka bir şey göremezse söyle ona: Bütün iklimleri dolaşsın; hep bunu görür.
  • چون ندارد مدرکی جز رنگ و بو ** جمله‌ی اقلیمها را گو بجو