English    Türkçe    فارسی   

4
2408-2432

  • Kuş, havadan yaratılmış olmakla beraber havaya nereden benzer? Allah, münasebeti olmayan şeylere münasebet verdi.
  • مرغ از بادست و کی ماند به باد ** نامناسب را خدا نسبت به داد
  • Bu feri’lerin asıllarıyla münasebeti vardır... Allah onlara bu münasebeti vermiştir; fakat bu münasebete akıl ermez, keyfiyeti bilinmez!
  • نسبت این فرعها با اصلها ** هست بی‌چون ار چه دادش وصلها
  • İnsan hiçbir değeri olmayan topraktan meydana gelmiştir... Fakat bu oğlun, babası ile ne münasebeti var? 2410
  • آدمی چون زاده‌ی خاک هباست ** این پسر را با پدر نسبت کجاست
  • Bir münasebeti varsa bile akıldan gizlidir, keyfiyetine akıl ermez; akıl nereden bu münasebeti izleyecek bulacak?
  • نسبتی گر هست مخفی از خرد ** هست بی‌چون و خرد کی پی برد
  • Yele göz vermemiş olsaydı Ad kavmini nasıl fark ederdi?
  • باد را بی چشم اگر بینش نداد ** فرق چون می‌کرد اندر قوم عاد
  • Mümini nasıl olur da düşmandan ayırt eder... Şarabı, nasıl olur da testiden fark ederdi?
  • چون همی دانست مومن از عدو ** چون همی دانست می را از کدو
  • Nemrut’un yaktığı ateşe göz olmasaydı Halil’e nasıl olur da, kendisini zahmetlere sokup saygı gösterirdi?
  • آتش نمرود را گر چشم نیست ** با خلیلش چون تجشم کردنیست
  • Nil’in gözü olmasaydı, görmeseydi, Kıpti ile İsrail oğullarını nasıl ayırt edebilirdi? 2415
  • گر نبودی نیل را آن نور و دید ** از چه قبطی را ز سبطی می‌گزید
  • Dağda taşta görüş yoktu da nasıl Davut’a yar oldu?
  • گرنه کوه و سنگ با دیدار شد ** پس چرا داود را او یار شد
  • Bu yeryüzünün can gözü yoktu da Karun’u neden öyle sömürüp yuttu?
  • این زمین را گر نبودی چشم جان ** از چه قارون را فرو خورد آنچنان
  • Hannane direğinin gönül gözü olmasaydı o tek kişinin, o eşsiz erin ayrılığını görür müydü?
  • گر نبودی چشم دل حنانه را ** چون بدیدی هجر آن فرزانه را
  • Kırık taşlar, görmeselerdi avuç içinde nasıl şahadet ederlerdi?
  • سنگ‌ریزه گر نبودی دیده‌ور ** چون گواهی دادی اندر مشت در
  • A akıl, sen kanatlarını aç da “İza zülziletil arzu zilzaleha” suresini oku! 2420
  • ای خرد بر کش تو پر و بالها ** سوره بر خوان زلزلت زلزالها
  • Kıyamet günü bu yeryüzü, görmeseydi iyiye kötüye nasıl şahadet ederdi ki?
  • در قیامت این زمین بر نیک و بد ** کی ز نادیده گواهیها دهد
  • Hâlbuki halini, kendisinde olan haberleri söyleyecek... Yeryüzü bize sırlarını açacak.
  • که تحدث حالها و اخبارها ** تظهر الارض لنا اسرارها
  • Beni senin gibi bir padişaha göndermesi de bir delildir... Gönderen bilir ki.
  • این فرستادن مرا پیش تو میر ** هست برهانی که بد مرسل خبیر
  • Böyle bir illete böyle bir ilaç lazım bu ilaç, o umulmaz yarayı kolayca iyileştirecek elbet.
  • کین چنین دارو چنین ناسور را ** هست درخور از پی میسور را
  • Bundan önce rüyalar görmüştüm... Allah’ın beni seçip göndereceğini anlamıştın. 2425
  • واقعاتی دیده بودی پیش ازین ** که خدا خواهد مرا کردن گزین
  • Ben elime asayı ve nuru alacak, senin gibi bir küstahın boynuzunu kıracaktım.
  • من عصا و نور بگرفته به دست ** شاخ گستاخ ترا خواهم شکست
  • Bunun için kıyamet gününün sahibi olan Allah sana çeşit çeşit rüyalar gösteriyordu.
  • واقعات سهمگین از بهر این ** گونه گونه می‌نمودت رب دین
  • Bunlar senin kötü içine, azgınlığına layık rüyalardı. Bunların sana, senin haline tam uygun olduğunu bildirmek diliyordu.
  • در خور سر بد و طغیان تو ** تا بدانی کوست درخوردان تو
  • Allah, sana bunları gösteriyordu ki onun hikmet sahibi ve her şeyden haberdar, aynı zamanda derman kabul etmez dertlerin dermanını ihsan eder bir Allah olduğunu bilesin.
  • تا بدانی کو حکیمست و خبیر ** مصلح امراض درمان‌ناپذیر
  • Fakat sen bu rüyaları tevile kalkıştın... Kör ve sağır kesildin, bunlar; ağır uykudan meydana gelen hayaller dedin. 2430
  • تو به تاویلات می‌گشتی از آن ** کور و گر کین هست از خواب گران
  • Doktorlarla müneccimler de kendilerinde olan nur pırıltısı ile tabirini gördüler, fakat tamahlarından hakikati söylemediler.
  • وآن طبیب و آن منجم در لمع ** دید تعبیرش بپوشید از طمع
  • Kederlenmek, devletine bir gussa gelmek, senin devletinden, padişahlığından uzaktır.
  • گفت دور از دولت و از شاهیت ** که درآید غصه در آگاهیت