- İşte bunun gibi hırs külhanı yüzlerce kıvılcımla kıvılcımlansın, alevlensin diye o taşı altın haline getiren de yine güneştir.
- آفتاب آن سنگ را هم کرد زر ** تا بتون حرص افتد صد شرر
- Mal topladım diyen ne diyor yani? Bu kadar fışkı, bu kadar tezek getirdim diyor!
- آنک گوید مال گرد آوردهام ** چیست یعنی چرک چندین بردهام
- Bu söz, rezilliği arttıran bir sözdür ama külhandakiler, aralarında bununla övünürler!
- این سخن گرچه که رسواییفزاست ** در میان تونیان زین فخرهاست
- Sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin... Hâlbuki ben, hiç zahmet çekmeden tamam yirmi küfe tezek taşıdım, derler. 255
- که تو شش سله کشیدی تا به شب ** من کشیدم بیست سله بی کرب
- Külhanda doğup temizlik nedir görmeyen kişiye mis koklatsın incinir, hasta olur!
- آنک در تون زاد و پاکی را ندید ** بوی مشک آرد برو رنجی پدید
- Güzel koku satanların pazarında güzel kokularla mis kokusundan bayılan ve hasta düşen derici
- قصهی آن دباغ کی در بازار عطاران از بوی عطر و مشک بیهوش و رنجور شد
- Birisi, güzel koku satanların pazarına gelince aklı başından gitti, büzülüp yere yıkıldı.
- آن یکی افتاد بیهوش و خمید ** چونک در بازار عطاران رسید
- Kerem sahibi attarlardan gelen güzel kokular, başını döndürdü, yere düştü!
- بوی عطرش زد ز عطاران راد ** تا بگردیدش سر و بر جا فتاد
- O bihaber, gün ortasında yol uğrağına bir leş gibi yıkıldı, kaldı.
- همچو مردار اوفتاد او بیخبر ** نیم روز اندر میان رهگذر
- Derhal halk, başına üşüştü... Herkes lâhavle diyerek derdine derman aramaktaydı. 260
- جمع آمد خلق بر وی آن زمان ** جملگان لاحولگو درمان کنان
- Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu.
- آن یکی کف بر دل او می براند ** وز گلاب آن دیگری بر وی فشاند
- Bilmiyordu ki o alanda onun başına ne geldiyse gülsuyundan geldi.
- او نمیدانست کاندر مرتعه ** از گلاب آمد ورا آن واقعه
- Biri bileklerini başını ovuyor, öbürü hararetlensin diye samanlı ıslak balçık getiriyordu.
- آن یکی دستش همیمالید و سر ** وآن دگر کهگل همی آورد تر
- Biri ödağacıyla şekeri karıştırıp tütsülüyor, başka biri elbisesinin bir kısmını soyup üstündekileri hafifletiyordu.
- آن بخور عود و شکر زد به هم ** وآن دگر از پوششش میکرد کم
- Birisi nasıl atıyor diye nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor. 265
- وآن دگر نبضش که تا چون میجهد ** وان دگر بوی از دهانش میستد
- Şarap mı içti, esrar mı? Yoksa afyon mu yuttu... Anlamak istiyordu. Halk, onun neden bayıldığını anlayamamış, şaşırıp kalmıştı.
- تا که می خوردست و یا بنگ و حشیش ** خلق درماندند اندر بیهشیش
- Derhal akrabalarına haber verdiler, falan adam feşman yerde perişan bir halde düşüp kaldı dediler.
- پس خبر بردند خویشان را شتاب ** که فلان افتاده است آنجا خراب
- Neden bayıldı, ne oldu da leğeni damdan düştü? Kimse bilmiyordu!
- کس نمی داند که چون مصروع گشت ** یا چه شد کو را فتاد از بام طشت
- O tabağın iriyarı, güçlü kuvvetli, bilgili anlayışlı bir erkek kardeşi vardı, hemencecik koşa koşa geldi.
- یک برادر داشت آن دباغ زفت ** گربز و دانا بیامد زود تفت
- Yenine biraz köpek pisliği almıştı, halkı yardı, feryat ederek kardeşinin başucuna geldi. 270
- اندکی سرگین سگ در آستین ** خلق را بشکافت و آمد با حنین
- Ben neden hastalandı biliyorum, dedi... Hastalık teşhis edildi, sebebi bilindi mi tedavisi kolaydır.
- گفت من رنجش همی دانم ز چیست ** چون سبب دانی دوا کردن جلیست
- Sebebi bilinmezse tedavisi güçleşir... Hangi ilaç iyi gelecek? Yüz türlü ihtimal vardır.
- چون سبب معلوم نبود مشکلست ** داروی رنج و در آن صد محملست
- Fakat sebebi bilindi mi iş kolaylaşır. Sebeplerini bilmek, bilgisizliği giderir.
- چون بدانستی سبب را سهل شد ** دانش اسباب دفع جهل شد
- Adam kendi kendine, onun iliğine damarına kat kat köpek pisliği sinmiştir.
- گفت با خود هستش اندر مغز و رگ ** توی بر تو بوی آن سرگین سگ
- Rızkını elde etmek için her gün, akşamlara kadar pisliğe gömülmüştür, tabaklığa gark olunmuştur demişti. 275
- تا میان اندر حدث او تا به شب ** غرق دباغیست او روزیطلب
- Büyük Calinus da böyle demiştir: Hastaya, neye alışkınsa onu ver!
- پس چنین گفتست جالینوس مه ** آنچ عادت داشت بیمار آنش ده