English    Türkçe    فارسی   

4
261-285

  • Birisi, eliyle kalbini yokluyor, öbürü yüzüne gülsuyu serpiyordu.
  • Bilmiyordu ki o alanda onun başına ne geldiyse gülsuyundan geldi.
  • Biri bileklerini başını ovuyor, öbürü hararetlensin diye samanlı ıslak balçık getiriyordu.
  • Biri ödağacıyla şekeri karıştırıp tütsülüyor, başka biri elbisesinin bir kısmını soyup üstündekileri hafifletiyordu.
  • Birisi nasıl atıyor diye nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor. 265
  • Şarap mı içti, esrar mı? Yoksa afyon mu yuttu... Anlamak istiyordu. Halk, onun neden bayıldığını anlayamamış, şaşırıp kalmıştı.
  • Derhal akrabalarına haber verdiler, falan adam feşman yerde perişan bir halde düşüp kaldı dediler.
  • Neden bayıldı, ne oldu da leğeni damdan düştü? Kimse bilmiyordu!
  • O tabağın iriyarı, güçlü kuvvetli, bilgili anlayışlı bir erkek kardeşi vardı, hemencecik koşa koşa geldi.
  • Yenine biraz köpek pisliği almıştı, halkı yardı, feryat ederek kardeşinin başucuna geldi. 270
  • Ben neden hastalandı biliyorum, dedi... Hastalık teşhis edildi, sebebi bilindi mi tedavisi kolaydır.
  • Sebebi bilinmezse tedavisi güçleşir... Hangi ilaç iyi gelecek? Yüz türlü ihtimal vardır.
  • Fakat sebebi bilindi mi iş kolaylaşır. Sebeplerini bilmek, bilgisizliği giderir.
  • Adam kendi kendine, onun iliğine damarına kat kat köpek pisliği sinmiştir.
  • Rızkını elde etmek için her gün, akşamlara kadar pisliğe gömülmüştür, tabaklığa gark olunmuştur demişti. 275
  • Büyük Calinus da böyle demiştir: Hastaya, neye alışkınsa onu ver!
  • Aykırı olan şeylerden zahmet çeker; onun için hastalığının ilacını da alıştığı şeylerde ara!
  • Bokböceği, daima pislik taşır durur... Bu yüzden de gülsuyundan bayılır.
  • Onun ilâcı yine köpek pisliğidir... Çünkü ona alışmıştır, onunla halli hamur olmuştur.
  • “Pisler, peslerindir” ayetini oku da bu sözün önünü, sonunu anla! 280
  • Öğütçüler, pis kişiyi, ona bir kapı açılması, iyileşmesi için amberle, gülsuyu ile tedavi etmek isterler!
  • Fakat ey inanılır, itimat edilir kişiler, pislere temiz şeyler lâyık değildir ki!
  • Onlar, vahyin güzel kokusuyla eğrilmişler, sapıtmışlardır da “Siz bize uğursuzsunuz, biz, sizin yüzünüzden kötülüğe uğradık” diye feryada başlamışlardır.
  • “Bu söz, bize zahmet veriyor, bu sözden hastalanıyoruz... Sizin vaazınız iyi değil, bize iyi gelmiyor.
  • Eğer yine susmaz da nasihate başlarsanız derhal sizi taşlar, öldürürüz. 285