English    Türkçe    فارسی   

4
2623-2647

  • Allah hakkı için, Allah hakkı için hiç geciktirme. Bu söz, lütuf denizinden gelmede!
  • الله الله هیچ تاخیری مکن ** که ز بحر لطف آمد این سخن
  • Lütuf bile bu lütfun içinde kaybolur, aşağılık bir adam, yedinci kat göğe çıkıyor
  • لطف اندر لطف این گم می‌شود ** که اسفلی بر چرخ هفتم می‌شود
  • 2625.Kendine gel, hiçbir kimse bunu aramakla bulamaz, nasılsa bir acayip oyuna rastladın! 2625
  • هین که یک بازی فتادت بوالعجب ** هیچ طالب این نیابد در طلب
  • Firavun, bunu bir de Haman'a söyleyeyim; padişaha vezirin reyini almak lâzımdır dedi.
  • گفت با هامان بگویم ای ستیر ** شاه را لازم بود رای وزیر
  • Asiye dedi ki: Bu sırrı Haman'a söyleme. Kör kocakarı, doğanın kıymetini ne bilir?
  • گفت با هامان مگو این راز را ** کور کمپیری چه داند باز را
  • Padişahın doğanıyla kocakarı
  • قصه‌ی باز پادشاه و کمپیر زن
  • Bir akdoğanı kocakarının birine verirsen iyilik olsun diye pençelerindeki tırnakları keser!
  • باز اسپیدی به کمپیری دهی ** او ببرد ناخنش بهر بهی
  • Hâlbuki asıl iş gördüğü, avlandığı uzvu, tırnaklandır. Kör kocakarıcağız körcesine o tırnakları kesiverir!
  • ناخنی که اصل کارست و شکار ** کور کمپیری ببرد کوروار
  • Anan neredeymiş ki der, a ulu yavrum, tırnakların böyle uzamış senin? 2630
  • که کجا بودست مادر که ترا ** ناخنان زین سان درازست ای کیا
  • Kötü kocakarı, doğanın tırnağını, gagasını kanatlarını keser... Sevgi çağında işte bunları, yapar!
  • ناخن و منقار و پرش را برید ** وقت مهر این می‌کند زال پلید
  • Doğanın önüne tutmaç kor da o, az yedi mi kızar, sevgiyi yırtar, atar!
  • چونک تتماجش دهد او کم خورد ** خشم گیرد مهرها را بر درد
  • Senin için böyle bir tutmaç pişirdim de sen ululuk gösteriyor, haddini bilmiyorsun ha!
  • که چنین تتماج پختم بهر تو ** تو تکبر می‌نمایی و عتو
  • Sen o eziyetlere, belâlara lâyıksın, devletin, ikbalin kadrini nerden bileceksin sen? der.
  • تو سزایی در همان رنج و بلا ** نعمت و اقبال کی سازد ترا
  • Tutmaç yemiyorsan bari al, bunu iç diye doğana tutmaç suyu verir. 2635
  • آن تتماجش دهد کین را بگیر ** گر نمی‌خواهی که نوشی زان فطیر
  • Hâlbuki doğan, tutmaç suyundan hoşlanmaz, içmez, kocakarı büsbütün kızar.
  • آب تتماجش نگیرد طبع باز ** زال بترنجد شود خشمش دراز
  • Kızgınlıkla o sıcak çorbayı doğanın başından aşağı döker, hayvanın başını yakar, kel eder!
  • از غضب شربای سوزان بر سرش ** زن فرو ریزد شود کل مغفرش
  • Canı yanar, o teessürle gönüller parlatan padişahın lütfunu anarak ağlamaya başlar;
  • اشک از آن چشمش فرو ریزد ز سوز ** یاد آرد لطف شاه دل‌فروز
  • Padişahın çehresinden yüzlerce kemale nail olan o nazenin, o işveli gözlerinden yaşlar döker!
  • زان دو چشم نازنین با دلال ** که ز چهره‌ی شاد دارد صد کمال
  • Mâzâgal basar sırrına nail olan gözleri o karganın açtığı yaralarla dolar, güzel göz, zaten kötü göz yüzünden dertlere, elemlere uğrar! 2640
  • چشم مازاغش شده پر زخم زاغ ** چشم نیک از چشم بد با درد و داغ
  • Hâlbuki o öyle engin bir gözdür ki iki âlem bile ona bir kıl kadar görünmektedir.
  • چشم دریا بسطتی کز بسط او ** هر دو عالم می‌نماید تار مو
  • Gözüne binlerce gökyüzü görünse kaynağın denizin yanında kayboluşu gibi kaybolur!
  • گر هزاران چرخ در چشمش رود ** هم‌چو چشمه پیش قلزم گم شود
  • O göz, bu duygu âlemine ait şeylerden geçti mi gayb âlemini görür de bu kabiliyet yüzünden öpülür durur!
  • چشم بگذشته ازین محسوسها ** یافته از غیب‌بینی بوسها
  • Zaten bir kulak bulamıyorum ki o güzel göze ait bir nükte söyleyeyim!
  • خود نمی‌یابم یکی گوشی که من ** نکته‌ای گویم از آن چشم حسن
  • O gözden ulu ve kutlu yaşlar süzülse Cebrail, katrasını kapardı. 2645
  • می‌چکید آن آب محمود جلیل ** می‌ربودی قطره‌اش را جبرئیل
  • O güzel gidişli dilber, müsaade ederse bu kaptığı katrayı kanadına, gagasına sürerdi!
  • تا بمالد در پر و منقال خویش ** گر دهد دستوریش آن خوب کیش
  • Doğan der ki: Kocakarının kızgınlığı alevlendi ama kuvvetimi, nurumu, sabrımı ve ilmimi yakmadı ya!
  • باز گوید خشم کمپیر ار فروخت ** فر و نور و علم و صبرم را نسوخت