- Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın... sonra bunları yıkar, mahvedersin; neden?
- نر و ماده نقش کردی جانفزا ** وانگهان ویران کنی این را چرا
- Tanrı dedi ki: Bu suali inkâr yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum.
- گفت حق دانم که این پرسش ترا ** نیست از انکار و غفلت وز هوا
- Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim.
- ورنه تادیب و عتابت کردمی ** بهر این پرسش ترا آزردمی
- Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun... 3005
- لیک میخواهی که در افعال ما ** باز جویی حکمت و سر بقا
- Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun.
- تا از آن واقف کنی مر عام را ** پخته گردانی بدین هر خام را
- Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
- قاصدا سایل شدی در کاشفی ** بر عوام ار چه که تو زان واقفی
- Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
- زآنک نیم علم آمد این سال ** هر برونی را نباشد آن مجال
- Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
- هم سال از علم خیزد هم جواب ** همچنانک خار و گل از خاک و آب
- Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da! 3010
- هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** همچنانک تلخ و شیرین از ندا
- Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
- ز آشنایی خیزد این بغض و ولا ** وز غذای خویش بود سقم و قوی
- Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı.
- مستفید اعجمی شد آن کلیم ** تا عجمیان را کند زین سر علیم
- Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
- ما هم از وی اعجمی سازیم خویش ** پاسخش آریم چون بیگانه پیش
- Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
- خرفروشان خصم یکدیگر شدند ** تا کلید قفل آن عقد آمدند
- Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy. 3015
- پس بفرمودش خدا ای ذولباب ** چون بپرسیدی بیا بشنو جواب
- Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
- موسیا تخمی بکار اندر زمین ** تا تو خود هم وا دهی انصاف این
- Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti...
- چونک موسی کشت و شد کشتش تمام ** خوشههااش یافت خوبی و نظام
- Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:
- داس بگرفت و مر آن را میبرید ** پس ندا از غیب در گوشش رسید
- Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
- که چرا کشتی کنی و پروری ** چون کمالی یافت آن را میبری
- Musa dedi ki: Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum. 3020
- گفت یا رب زان کنم ویران و پست ** که درینجا دانه هست و کاه هست
- Çünkü tanenin saman ambarına konması lâyık değil... saman da buğday ambarına konursa yazık olur!
- دانه لایق نیست درانبار کاه ** کاه در انبار گندم هم تباه
- Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt etmek lâzım.
- نیست حکمت این دو را آمیختن ** فرق واجب میکند در بیختن
- Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
- گفت این دانش تو از کی یافتی ** که به دانش بیدری بر ساختی
- Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz?
- گفت تمییزم تو دادی ای خدا ** گفت پس تمییز چون نبود مرا
- Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da. 3025
- در خلایق روحهای پاک هست ** روحهای تیرهی گلناک هست
- Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!
- این صدفها نیست در یک مرتبه ** در یکی درست و در دیگر شبه