- Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
- گفت این دانش تو از کی یافتی ** که به دانش بیدری بر ساختی
- Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz?
- گفت تمییزم تو دادی ای خدا ** گفت پس تمییز چون نبود مرا
- Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da. 3025
- در خلایق روحهای پاک هست ** روحهای تیرهی گلناک هست
- Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!
- این صدفها نیست در یک مرتبه ** در یکی درست و در دیگر شبه
- Buğdayları samandan ayırmak nasıl lâzımsa bu iyiyi de kötüyü de ayırmak vâcip.
- واجبست اظهار این نیک و تباه ** همچنانک اظهار گندمها ز کاه
- Bu âlem halkı, hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratılmıştır.
- بهر اظهارست این خلق جهان ** تا نماند گنج حکمتها نهان
- Ben bir hazineydim dedi Tanrı, hem de gizli... bunu duy da cevherini kaybetme, meydana çıkar!
- کنت کنزا کنت مخفیا شنو ** جوهر خود گم مکن اظهار شو
- Hayvani ruhla cüz’i akıl,vehim ve hayal ayrana benzer..bakî olan ruhsa bu ayranda gizli olan yağa
- بیان آنک روح حیوانی و عقل جز وی و وهم و خیال بر مثال دوغند و روح کی باقیست درین دوغ همچون روغن پنهانست
- Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde yalan da gizlidir. 3030
- جوهر صدقت خفی شد در دروغ ** همچو طعم روغن اندر طعم دوغ
- O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
- آن دروغت این تن فانی بود ** راستت آن جان ربانی بود
- Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
- سالها این دوغ تن پیدا و فاش ** روغن جان اندرو فانی و لاش
- Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de,
- تا فرستد حق رسولی بندهای ** دوغ را در خمره جنبانندهای
- Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver.
- تا بجنباند به هنجار و به فن ** تا بدانم من که پنهان بود من
- Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer. 3035
- یا کلام بندهای کان جزو اوست ** در رود در گوش او کو وحی جوست
- Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakk’a davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
- اذن مومن وحی ما را واعیست ** آنچنان گوشی قرین داعیست
- Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze başlar, konuşur.
- همچنانک گوش طفل از گفت مام ** پر شود ناطق شود او درکلام
- Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
- ور نباشد طفل را گوش رشد ** گفت مادر نشنود گنگی شود
- Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.
- دایما هر کر اصلی گنگ بود ** ناطق آنکس شد که از مادر شنود
- Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye. 3040
- دانک گوش کر و گنگ از آفتیست ** که پذیرای دم و تعلیم نیست
- Belletilmeden söyleyen Tanrıdır, çünkü onun sıfatları, sebeplerden ayrıdır.
- آنک بیتعلیم بد ناطق خداست ** که صفات او ز علتها جداست
- Yahut Âdem gibi ana ve dadı hicabı olmaksızın Tanrı telkini ile söyler.
- یا چو آدم کرده تلقینش خدا ** بیحجاب مادر و دایه و ازا
- Yahut da Tanrı belletmesiyle Mesih gibi doğar doğmaz konuşur.
- یا مسیحی که به تعلیم ودود ** در ولادت ناطق آمد در وجود
- Doğuşundaki zina ve fesat töhmetlerini reddetmek, zinadan doğmadığını anlatmak için dile gelir.
- از برای دفع تهمت در ولاد ** که نزادست از زنا و از فساد
- Çalışmada bir hareket gerek ki ayran, gönüldeki yağdan ayrılsın! 3045
- جنبشی بایست اندر اجتهاد ** تا که دوغ آن روغن از دل باز داد
- Yağ, ayran içinde âdeta yok gibidir de ayran, varlık alemine bayrak dikmiştir.
- روغن اندر دوغ باشد چون عدم ** دوغ در هستی برآورده علم
- Sen de var olarak görünen deriden ibarettir... fâni görünen yok mu?Asıl var olan odur işte!
- آنک هستت مینماید هست پوست ** وآنک فانی مینماید اصل اوست