- O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
- آن دروغت این تن فانی بود ** راستت آن جان ربانی بود
- Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
- سالها این دوغ تن پیدا و فاش ** روغن جان اندرو فانی و لاش
- Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de,
- تا فرستد حق رسولی بندهای ** دوغ را در خمره جنبانندهای
- Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver.
- تا بجنباند به هنجار و به فن ** تا بدانم من که پنهان بود من
- Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer. 3035
- یا کلام بندهای کان جزو اوست ** در رود در گوش او کو وحی جوست
- Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakk’a davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
- اذن مومن وحی ما را واعیست ** آنچنان گوشی قرین داعیست
- Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze başlar, konuşur.
- همچنانک گوش طفل از گفت مام ** پر شود ناطق شود او درکلام
- Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
- ور نباشد طفل را گوش رشد ** گفت مادر نشنود گنگی شود
- Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.
- دایما هر کر اصلی گنگ بود ** ناطق آنکس شد که از مادر شنود
- Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye. 3040
- دانک گوش کر و گنگ از آفتیست ** که پذیرای دم و تعلیم نیست
- Belletilmeden söyleyen Tanrıdır, çünkü onun sıfatları, sebeplerden ayrıdır.
- آنک بیتعلیم بد ناطق خداست ** که صفات او ز علتها جداست
- Yahut Âdem gibi ana ve dadı hicabı olmaksızın Tanrı telkini ile söyler.
- یا چو آدم کرده تلقینش خدا ** بیحجاب مادر و دایه و ازا
- Yahut da Tanrı belletmesiyle Mesih gibi doğar doğmaz konuşur.
- یا مسیحی که به تعلیم ودود ** در ولادت ناطق آمد در وجود
- Doğuşundaki zina ve fesat töhmetlerini reddetmek, zinadan doğmadığını anlatmak için dile gelir.
- از برای دفع تهمت در ولاد ** که نزادست از زنا و از فساد
- Çalışmada bir hareket gerek ki ayran, gönüldeki yağdan ayrılsın! 3045
- جنبشی بایست اندر اجتهاد ** تا که دوغ آن روغن از دل باز داد
- Yağ, ayran içinde âdeta yok gibidir de ayran, varlık alemine bayrak dikmiştir.
- روغن اندر دوغ باشد چون عدم ** دوغ در هستی برآورده علم
- Sen de var olarak görünen deriden ibarettir... fâni görünen yok mu?Asıl var olan odur işte!
- آنک هستت مینماید هست پوست ** وآنک فانی مینماید اصل اوست
- Yağlanmamış, eskimemiş ayranın varsa dövüp yağını çıkarmadıkça sakın harcama!
- دوغ روغن ناگرفتست و کهن ** تا بنگزینی بنه خرجش مکن
- Hemen onu bilgiyle elden ele alarak döndüre dur da gizlendiğini meydana çıkarsın.
- هین بگردانش به دانش دست دست ** تا نماید آنچ پنهان کرده است
- Çünkü bu fâni olan şey, bakînin delilidir... nitekim sarhoşların yalvarmaları da sâkiye delildir! 3050
- زآنک این فانی دلیل باقیست ** لابهی مستان دلیل ساقیست
- Buna dair başka bir misâl
- مثال دیگر هم درین معنی
- Bayraklardaki aslanların hareketi, gizli bir yelin varlığından haber verir.
- هست بازیهای آن شیر علم ** مخبری از بادهای مکتتم
- Yeller esmeseydi ölü aslan havada nasıl olur da hareket ederdi?
- گر نبودی جنبش آن بادها ** شیر مرده کی بجستی در هوا
- Aslanın hareketlerinden rüzgârın sabah yeli, yahut cenup rüzgârı olduğunu anlarsın... bu hareket, o gizli rüzgârı anlatır.
- زان شناسی باد را گر آن صباست ** یا دبورست این بیان آن خفاست
- Şu beden de bayraktaki aslana benzer... düşünce onu her an oynatır durur!
- این بدن مانند آن شیر علم ** فکر میجنباند او را دم به دم
- Doğudan gelen düşünce sabah yelidir... batıdan gelen ufunetli cenup yeli! 3055
- فکر کان از مشرق آید آن صباست ** وآنک از مغرب دبور با وباست