English    Türkçe    فارسی   

4
3101-3125

  • Gül gider de dedi, ayağıma böyle bir diken batarsa hiç olmazsa ondan bana bir yadigâr kalmalı!
  • ور رسد خاری چنین اندر قدم ** که رود گل یادگاری بایدم
  • Yokluğa sayısız, sonsuz sebepler var... hangi yolu kapayalım ki?
  • چون فنا را شد سبب بی‌منتهی ** پس کدامین راه را بندیم ما
  • Isırıcı ölüme yüzlerce pencere var, yüzlerce kapı var... açılırken her biri cik cik etmekte!
  • صد دریچه و در سوی مرگ لدیغ ** می‌کند اندر گشادن ژیغ ژیغ
  • O ölüm kapılarının acı cik ciklerini haris kişinin kulağı, mal ve mülk hırsından duymaz.
  • ژیغ‌ژیغ تلخ آن درهای مرگ ** نشنود گوش حریص از حرص برگ
  • Bir taraftan bedenin dertleri, kapıların sesi... bir taraftan düşmanların cefası kapıların sesi. 3105
  • از سوی تن دردها بانگ درست ** وز سوی خصمان جفا بانگ درست
  • Canım efendim, hele bir tıp fihristini oku hastalıkların yalımlı ateşini gör!
  • جان سر بر خوان دمی فهرست طب ** نار علتها نظر کن ملتهب
  • Bütün o alillerden bu eve yol var... her iki adımda akreplerle dolu bir kuyu var!
  • زان همه غرها درین خانه رهست ** هر دو گامی پر ز کزدمها چهست
  • Rüzgâr şiddetli, ışığım sönmek üzere... çabuk davranayım da onun ışığından bir ışık daha uyandırayım.
  • باد تندست و چراغم ابتری ** زو بگیرانم چراغ دیگری
  • Bari bu ikisinden biri kalsın da yel, ışığın birini söndürürse onunla eğleneyim.
  • تا بود کز هر دو یک وافی شود ** گر به باد آن یک چراغ از جا رود
  • Ârifler gibi hani... ârif de bu noksan beden kendiliğinden kurtulmak için gönül kandilini yakar da 3110
  • هم‌چو عارف کن تن ناقص چراغ ** شمع دل افروخت از بهر فراغ
  • Günün birinde ansızın bu kandil sönerse onun yerine can kandilini koyayım der.
  • تا که روزی کین بمیرد ناگهان ** پیش چشم خود نهد او شمع جان
  • Padişah bu işi anlamadı da aldandı... fâni kandilin yerine başka bir fani kandile kapıldı!
  • او نکرد این فهم پس داد از غرر ** شمع فانی را بفانیی دگر
  • Padişahın,soyunun kesilmesinden korkarak oğluna bir kız alması
  • عروس آوردن پادشاه فرزند خود را از خوف انقطاع نسل
  • Padişah bunun üzerine, evlensin de soyu sopu üresin diye şehzadeye bir kız almak istedi.
  • پس عروسی خواست باید بهر او ** تا نماید زین تزوج نسل رو
  • Bu doğan, tekrar yokluk âlemine yüz tutarsa o doğanın yerini yine bir doğan tutsun...
  • گر رود سوی فنا این باز باز ** فرخ او گردد ز بعد باز باز
  • Bu doğanın sureti, eğer şu âlemden giderse mânası, oğlunda baki kalsın dedi. 3115
  • صورت او باز گر زینجا رود ** معنی او در ولد باقی بود
  • Onun için o uyanık padişah, Mustafa “Çocuk, babanın sırrıdır” buyurdu.
  • بهر این فرمود آن شاه نبیه ** مصطفی که الولد سر ابیه
  • İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler de,
  • بهر این معنی همه خلق از شغف ** می‌بیاموزند طفلان را حرف
  • Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın derler.
  • تا بماند آن معانی در جهان ** چون شود آن قالب ایشان نهان
  • Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
  • حق به حکمت حرصشان دادست جد ** بهر رشد هر صغیر مستعد
  • Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir kız alacağım. 3120
  • من هم از بهر دوام نسل خویش ** جفت خواهم پور خود را خوب کیش
  • Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
  • دختری خواهم ز نسل صالحی ** نی ز نسل پادشاهی کالحی
  • Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
  • شاه خود این صالحست آزاد اوست ** نی اسیر حرص فرجست و گلوست
  • Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!
  • مر اسیران را لقب کردند شاه ** عکس چون کافور نام آن سیاه
  • Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu adını verirler ya!
  • شد مفازه بادیه‌ی خون‌خوار نام ** نیکبخت آن پیس را کردند عام
  • Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler. 3125
  • بر اسیر شهوت و حرص و امل ** بر نوشته میر یا صدر اجل