- Isırıcı ölüme yüzlerce pencere var, yüzlerce kapı var... açılırken her biri cik cik etmekte!
- صد دریچه و در سوی مرگ لدیغ ** میکند اندر گشادن ژیغ ژیغ
- O ölüm kapılarının acı cik ciklerini haris kişinin kulağı, mal ve mülk hırsından duymaz.
- ژیغژیغ تلخ آن درهای مرگ ** نشنود گوش حریص از حرص برگ
- Bir taraftan bedenin dertleri, kapıların sesi... bir taraftan düşmanların cefası kapıların sesi. 3105
- از سوی تن دردها بانگ درست ** وز سوی خصمان جفا بانگ درست
- Canım efendim, hele bir tıp fihristini oku hastalıkların yalımlı ateşini gör!
- جان سر بر خوان دمی فهرست طب ** نار علتها نظر کن ملتهب
- Bütün o alillerden bu eve yol var... her iki adımda akreplerle dolu bir kuyu var!
- زان همه غرها درین خانه رهست ** هر دو گامی پر ز کزدمها چهست
- Rüzgâr şiddetli, ışığım sönmek üzere... çabuk davranayım da onun ışığından bir ışık daha uyandırayım.
- باد تندست و چراغم ابتری ** زو بگیرانم چراغ دیگری
- Bari bu ikisinden biri kalsın da yel, ışığın birini söndürürse onunla eğleneyim.
- تا بود کز هر دو یک وافی شود ** گر به باد آن یک چراغ از جا رود
- Ârifler gibi hani... ârif de bu noksan beden kendiliğinden kurtulmak için gönül kandilini yakar da 3110
- همچو عارف کن تن ناقص چراغ ** شمع دل افروخت از بهر فراغ
- Günün birinde ansızın bu kandil sönerse onun yerine can kandilini koyayım der.
- تا که روزی کین بمیرد ناگهان ** پیش چشم خود نهد او شمع جان
- Padişah bu işi anlamadı da aldandı... fâni kandilin yerine başka bir fani kandile kapıldı!
- او نکرد این فهم پس داد از غرر ** شمع فانی را بفانیی دگر
- Padişahın,soyunun kesilmesinden korkarak oğluna bir kız alması
- عروس آوردن پادشاه فرزند خود را از خوف انقطاع نسل
- Padişah bunun üzerine, evlensin de soyu sopu üresin diye şehzadeye bir kız almak istedi.
- پس عروسی خواست باید بهر او ** تا نماید زین تزوج نسل رو
- Bu doğan, tekrar yokluk âlemine yüz tutarsa o doğanın yerini yine bir doğan tutsun...
- گر رود سوی فنا این باز باز ** فرخ او گردد ز بعد باز باز
- Bu doğanın sureti, eğer şu âlemden giderse mânası, oğlunda baki kalsın dedi. 3115
- صورت او باز گر زینجا رود ** معنی او در ولد باقی بود
- Onun için o uyanık padişah, Mustafa “Çocuk, babanın sırrıdır” buyurdu.
- بهر این فرمود آن شاه نبیه ** مصطفی که الولد سر ابیه
- İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler de,
- بهر این معنی همه خلق از شغف ** میبیاموزند طفلان را حرف
- Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın derler.
- تا بماند آن معانی در جهان ** چون شود آن قالب ایشان نهان
- Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
- حق به حکمت حرصشان دادست جد ** بهر رشد هر صغیر مستعد
- Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir kız alacağım. 3120
- من هم از بهر دوام نسل خویش ** جفت خواهم پور خود را خوب کیش
- Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
- دختری خواهم ز نسل صالحی ** نی ز نسل پادشاهی کالحی
- Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
- شاه خود این صالحست آزاد اوست ** نی اسیر حرص فرجست و گلوست
- Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!
- مر اسیران را لقب کردند شاه ** عکس چون کافور نام آن سیاه
- Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu adını verirler ya!
- شد مفازه بادیهی خونخوار نام ** نیکبخت آن پیس را کردند عام
- Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler. 3125
- بر اسیر شهوت و حرص و امل ** بر نوشته میر یا صدر اجل
- O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
- آن اسیران اجل را عام داد ** نام امیران اجل اندر بلاد
- Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
- صدر خوانندش که در صف نعال ** جان او پستست یعنی جاه و مال