English    Türkçe    فارسی   

4
3125-3149

  • Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler. 3125
  • بر اسیر شهوت و حرص و امل ** بر نوشته میر یا صدر اجل
  • O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
  • آن اسیران اجل را عام داد ** نام امیران اجل اندر بلاد
  • Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
  • صدر خوانندش که در صف نعال ** جان او پستست یعنی جاه و مال
  • Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
  • شاه چون با زاهدی خویشی گزید ** این خبر در گوش خاتونان رسید
  • Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
  • اختیار کردن پادشاه دختر درویش زاهدی را از جهت پسر و اعتراض کردن اهل حرم و ننگ داشتن ایشان از پیوندی درویش
  • Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
  • مادر شه‌زاده گفت از نقص عقل ** شرط کفویت بود در عقل نقل
  • Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun? 3130
  • تو ز شح و بخل خواهی وز دها ** تا ببندی پور ما را بر گدا
  • Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
  • گفت صالح را گدا گفتن خطاست ** کو غنی القلب از داد خداست
  • Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi nekesliğinden, tembelliğinden değil!
  • در قناعت می‌گریزد از تقی ** نه از لیمی و کسل هم‌چون گدا
  • Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.
  • قلتی کان از قناعت وز تقاست ** آن ز فقر و قلت دونان جداست
  • Nekes, bir habbe bulsa başını bile verir... halbuki temiz kişi, himmetiyle altın hazinesine bile bakmaz, terk edip gider!
  • حبه‌ای آن گر بیابد سر نهد ** وین ز گنج زر به همت می‌جهد
  • Hırsından, her çeşit harama kasten padişaha ulu kişiler, yoksul derler. 3135
  • شه که او از حرص قصد هر حرام ** می‌کند او را گدا گوید همام
  • Kadın dedi ki: Nerede onda çeyiz olarak verecek şehir ve kaleler... yahut saçı olarak saçacak inciler, paralar pullar?
  • گفت کو شهر و قلاع او را جهاز ** یا نثار گوهر و دینار ریز
  • Padişah, yürü yahu dedi... kim, din gamına düşerse Tanrı, öbür dertleri artık ondan alır.
  • گفت رو هر که غم دین برگزید ** باقی غمها خدا از وی برید
  • Nihayet padişah üstün geldi, ona yaradılışı güzel ve bir temiz kişinin soyundan bir kız aldı.
  • غالب آمد شاه و دادش دختری ** از نژاد صالحی خوش جوهری
  • Kızın güzellikte eşi yoktu... yüzü, kuşluk güneşinden daha parlaktı!
  • در ملاحت خود نظیر خود نداشت ** چهره‌اش تابان‌تر از خورشید چاشت
  • Kızın güzelliği buydu, huyu da güzelliği gibiydi... hasılı ahlâkı o kadar iyiydi ki anlatmaya imkân yok! 3140
  • حسن دختر این خصالش آنچنان ** کز نکویی می‌نگنجد در بیان
  • Dini avlamaya bak ki onunla beraber güzellik, mal, mevki ve sana fayda veren baht da senin olsun!
  • صید دین کن تا رسد اندر تبع ** حسن و مال و جاه و بخت منتفع
  • Ahiret, bil ki deve katarıdır; dünya malı devenin yükü ve tüyü.Katara sahip oldun mu yünü, tüyü de onunla beraber gelir.
  • آخرت قطار اشتر دان به ملک ** در تبع دنیاش هم‌چون پشم و پشک
  • Fakat yünü alırsan deve senin olmaz ki... deve senin olursa yünün ne değeri kalır?
  • پشم بگزینی شتر نبود ترا ** ور بود اشتر چه قیمت پشم را
  • Padişah temiz ve riyasız soydan gelen o kızı nikâhla oğluna aldı.
  • چون بر آمد این نکاح آن شاه را ** با نژاد صالحان بی مرا
  • Fakat kaza ve kader bu ya... o güzelim şehzadeye bir ihtiyar büyücü de âşık olmuştu. 3145
  • از قضا کمپیرکی جادو که بود ** عاشق شه‌زاده‌ی با حسن و جود
  • O Kâbil’li kocakarı, şehzadeye öyle bir büyü yaptı ki Babil büyücüleri bile bu büyüye haset ederler.
  • جادوی کردش عجوزه‌ی کابلی ** کی برد زان رشک سحر بابلی
  • Şehzade, o çirkin kocakarıya âşık oldu... gelinden de geçti güveylikten de!
  • شه بچه شد عاشق کمپیر زشت ** تا عروس و آن عروسی را بهشت
  • İşte böyle bir kara ifrit, böyle bir Kâbil’li karı ansızın şehzadenin yolunu vuruverdi!
  • یک سیه دیوی و کابولی زنی ** گشت به شه‌زاده ناگه ره‌زنی
  • O ferci kokmuş doksanlık kocakarı, şehzadenin ne aklını bıraktı, ne ağzını, zavallıda konuşacak iktidar bile kalmadı.
  • آن نودساله عجوزی گنده کس ** نه خرد هشت آن ملک را و نه نس