English    Türkçe    فارسی   

4
3312-3336

  • Bu akıl, mezardan, topraktan ileriye geçemez... bu ayak, şaşılacak şeylerin bulunduğu sahaya gidemez.
  • این خرد از گور و خاکی نگذرد ** وین قدم عرصه‌ی عجایب نسپرد
  • Bu ayaktan, bu akıldan bez, yürü... kendine gaybı görür bir göz ara da berhudar ol.
  • زین قدم وین عقل رو بیزار شو ** چشم غیبی جوی و برخوردار شو
  • Üstada bağlanan kitap şakirdi olan kişi, Musa gibi yeninden, yakasından parlayacak nuru nereden bulacak?
  • هم‌چو موسی نور کی یابد ز جیب ** سخره‌ی استاد و شاگردان کتاب
  • Bu bakış, bu akıl, adama ancak baş dönmesi verir... bırak görüşü artık da bekle bakalım! 3315
  • زین نظر وین عقل ناید جز دوار ** پس نظر بگذار و بگزین انتظار
  • Söz söylemeden yücelik aramayın... bekleyen kişiye dinlemek söylemekten yeğdir.
  • از سخن‌گویی مجویید ارتفاع ** منتظر را به ز گفتن استماع
  • Belletme mevkii de bir nevi şehvettir ve her çeşit şehvet, yolda puttur.
  • منصب تعلیم نوع شهوتست ** هر خیال شهوتی در ره بتست
  • Her fuzuli kişi, Tanrının fazlına, ihsanına erişebilseydi Tanrı, bunca peygamber yollar mıydı?
  • گر بفضلش پی ببردی هر فضول ** کی فرستادی خدا چندین رسول
  • Cüz-i akıl, şimşek ve aydınlık gibidir... şimşeğin verdiği aydınlıkla vahye erişebilir misin hiç?
  • عقل جزوی هم‌چو برقست و درخش ** در درخشی کی توان شد سوی وخش
  • Şimşeğin ışığı yol göstermeye yaramaz... o ağla diye buluta bir emirdir! 3320
  • نیست نور برق بهر رهبری ** بلک امریست ابر را که می‌گری
  • Bizim akıl şimşeğimiz de ağlamak içindir... yokluğun, varlık iştiyaki ile ağlamasına yarar.
  • برق عقل ما برای گریه است ** تا بگرید نیستی در شوق هست
  • Çocuğun aklı, yazı yazanların etrafında dön dolaş der ama insan, kendi kendine bir şey belleyemez.
  • عقل کودک گفت بر کتاب تن ** لیک نتواند به خود آموختن
  • Hastanın aklı hastayı doktora çeker, götürür ama kendisi, derdine derman olamaz!
  • عقل رنجور آردش سوی طبیب ** لیک نبود در دوا عقلش مصیب
  • İşte bak... şeytanlar gökyüzüne çıkmak ister, kulaklarını yukarı âlemdeki surlara dikerler.
  • نک شیاطین سوی گردون می‌شدند ** گوش بر اسرار بالا می‌زدند
  • O sırlardan az bir miktarını çalarken hemen gökten şahaplar gelir, onları sürer. 3325
  • می‌ربودند اندکی زان رازها ** تا شهب می‌راندشان زود از سما
  • Gidin de onlara; gidin... yeryüzüne peygamber gelmiştir; ne istiyorsanız ondan isteyin, ondan elde edin.
  • که روید آنجا رسولی آمدست ** هر چه می‌خواهید زو آید به دست
  • Değer biçilmez inciler istiyorsanız “Evlere kapılarından girin!”
  • گر همی‌جویید در بی‌بها ** ادخلوا الابیات من ابوابها
  • Kapı halkasını dövün, kapıda durun... gökyüzü damından sizlere yol yok!
  • می‌زن آن حلقه‌ی در و بر باب بیست ** از سوی بام فلکتان راه نیست
  • İhtiyacınızı bu uzun yoldan gideremezsiniz... biz, sırların sırlarını topraktan yaratılan kulumuza verdik.
  • نیست حاجتتان بدین راه دراز ** خاکیی را داده‌ایم اسرار راز
  • Hain değilseniz onun huzuruna gelin... boş kamışsanız bile onun himmetiyle şeker kamışı olun! 3330
  • پیش او آیید اگر خاین نیید ** نیشکر گردید ازو گرچه نیید
  • O kılavuz, senin toprağından yeşillikler bitirir... bu, Cebrail’in atının nalından uzak bir iş değil!
  • سبزه رویاند ز خاکت آن دلیل ** نیست کم از سم اسپ جبرئیل
  • Bir Cebrail’in atının ayağına toprak olursan yeşillik kesilir, yenilenir tazelenirsin!
  • سبزه گردی تازه گردی در نوی ** گر توخاک اسپ جبریلی شوی
  • Samiri, buzağı hamuruna canlar bağışlayan yeşilliği koydu da o yeşillik, altından yapılan o buzağıda bir inci haline geldi, buzağı adeta canlandı!
  • سبزه‌ی جان‌بخش که آن را سامری ** کرد در گوساله تا شد گوهری
  • Canlandı da içindeki o yeşillik öyle bir ses verdi ki düşmanlara bir sınama oldu!
  • جان گرفت و بانگ زد زان سبزه او ** آنچنان بانگی که شد فتنه‌ی عدو
  • Sır ehline emin olarak gelirseniz doğan gibi başınıza geçirilen külâhtan kurtulursunuz. 3335
  • گر امین آیید سوی اهل راز ** وا رهید از سر کله مانند باز
  • Doğanı miskin ve çaresiz bir hâle getiren ve gözünü, kulağını örten üsküf,
  • سر کلاه چشم‌بند گوش‌بند ** که ازو بازست مسکین و نژند