English    Türkçe    فارسی   

4
338-362

  • Hele gönül gözü yok mu? O, bu göze nispetle yetmiş kat azizdir, yetmiş derece kuvvetlidir... Bu iki duygu gözü, onun nimetiyle geçinmededir.
  • خاصه چشم دل آن هفتاد توست ** وین دو چشم حس خوشه‌چین اوست
  • Yazıklar olsun ki yol kesiciler oturmuşlar, dilime yüzlerce düğüm vurmuşlardır!
  • ای دریغا ره‌زنان بنشسته‌اند ** صد گره زیر زبانم بسته‌اند
  • Ayağı bağlı olan, nasıl rahvan gidebilir! Ağır bir bağdır bu... Mazur gör! 340
  • پای‌بسته چون رود خوش راهوار ** بس گران بندیست این معذور دار
  • Ey gönül, bu söz, kırık dökük geliyor. Bu söz incidir, Allah gayreti de değirmen.
  • این سخن اشکسته می‌آید دلا ** کین سخن درست غیرت آسیا
  • İnci küçük ve kırık bile olsa hasta göze tutya olur.
  • در اگر چه خرد و اشکسته شود ** توتیای دیده‌ی خسته شود
  • Ey inci, kırıldığına acınma... Kırılmakla parlayacak apaydın olacaksın!
  • ای در از اشکست خود بر سر مزن ** کز شکستن روشنی خواهی شدن
  • Böyle o kırık dökük söylenecek... Fakat Allah ganidir, sonunda onu düzgün bir hale getirir.
  • همچنین اشکسته بسته گفتنیست ** حق کند آخر درستش کو غنیست
  • Buğday, kırıldı, ufalandıysa zayi olmadı ya... Un haline geldi de dükkâna girdi, ekmek oldu. 345
  • گندم ار بشکست و از هم در سکست ** بر دکان آمد که نک نان درست
  • Ey âşık, senin de suçun belli oldu... Artık suyu yağı bırak da kırık dökük bir hale gel!
  • تو هم ای عاشق چو جرمت گشت فاش ** آب و روغن ترک کن اشکسته باش
  • Âdem’in has çocuklarına mahsustur bu... Onlar, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” derler.
  • آنک فرزندان خاص آدم‌اند ** نفحه‌ی انا ظلمنا می‌دمند
  • Sen de hacetini arz et, lânetlenmiş yüzsüz iblis gibi delil getirmeye kalkışma!
  • حاجت خود عرضه کن حجت مگو ** هم‌چو ابلیس لعین سخت‌رو
  • Yok, eğer yüzsüzlük, İblis’in ayıbını örttüyse sen de inada giriş, yüzsüzlükte bulun, bu yolda çalış, didin!
  • سخت‌رویی گر ورا شد عیب‌پوش ** در ستیز و سخت‌رویی رو بکوش
  • Ebucehil, Peygamber’den, kindar Oğuz Türk’ü gibi bir mucize istedi. 350
  • آن ابوجهل از پیمبر معجزی ** خواست هم‌چون کینه‌ور ترکی غزی
  • Fakat Allah Sıddık’ı mucize istemedi, bu yüzün sahibi zaten doğrudan başka bir şey söyleyemez ki dedi.
  • لیک آن صدیق حق معجز نخواست ** گفت این رو خود نگوید جز که راست
  • Sen nerede, senin gibi birisinin benliğe düşerek benim gibi bir sevgiliyi sınaması nerede?
  • کی رسد هم‌چون توی را کز منی ** امتحان هم‌چو من یاری کنی
  • Bir Yahudi’nin, Allah yüzünü ulu etsin Ali’ye “Eğer Allah’ın korumasına güveniyorsan kendini bu yapının üstünden at” demesi, Müminler emîri’nin ona cevabı
  • گفتن آن جهود علی را کرم الله وجهه کی اگر اعتماد داری بر حافظی حق از سر این کوشک خود را در انداز و جواب گفتن امیرالمومنین او را
  • Allah’ı ululamayı bilmeyen bir inatçı, bir gün Murtaza’ya dedi ki:
  • مرتضی را گفت روزی یک عنود ** کو ز تعظیم خدا آگه نبود
  • “Peki yüksek bir yapının damındasın... Ey aklı başında olan, Allah’ın koruyacağını biliyorsun değil mi?”
  • بر سر بامی و قصری بس بلند ** حفظ حق را واقفی ای هوشمند
  • Murtaza, evet dedi... O koruyucudur, ganidir... Bizim varlığımızı, bizi ta çocukluğumuzdan adamlığımıza kadar hep o korur, o görüp gözetir! 355
  • گفت آری او حفیظست و غنی ** هستی ما را ز طفلی و منی
  • Yahudi, peki dedi... Mademki öyledir, kendini bu damdan aşağıya at... Allah’ın koruyuculuğuna tamamı ile güven!
  • گفت خود را اندر افکن هین ز بام ** اعتمادی کن بحفظ حق تمام
  • Kendini aşağıya at da ben de adamakıllı inandığını anlayayım, güzelim inanışını, deliliyle göreyim!
  • تا یقین گرددمرا ایقان تو ** و اعتقاد خوب با برهان تو
  • Müminler emiri ona dedi ki: sus, defol git de bu cüret yüzünden canın belaya sataşmasın!
  • پس امیرش گفت خامش کن برو ** تا نگردد جانت زین جرات گرو
  • Kulun, iptilalara düşerek Allah’ı sınaması hiç yaraşır mı?
  • کی رسد مر بنده را که با خدا ** آزمایش پیش آرد ز ابتلا
  • A nadan, a budala, kulun ne haddi vardır ki edepsizliğe kalkışıp Allah’ı sınamaya girişsin? 360
  • بنده را کی زهره باشد کز فضول ** امتحان حق کند ای گیج گول
  • Sınama Allah’a yaraşır... O, kullarını her an sınar durur.
  • آن خدا را می‌رسد کو امتحان ** پیش آرد هر دمی با بندگان
  • Bu sınamayla da içimizde gizlediğimiz inanışlarımızı bize apaçık gösterir.
  • تا به ما ما را نماید آشکار ** که چه داریم از عقیده در سرار