English    Türkçe    فارسی   

4
3453-3477

  • Fakat bu hileyle onu nasıl içebilirsin ki Tanrı, onu kafirlere hâram etmiştir.
  • تو بدین تزویر چون نوشی از آن ** چون حرامش کرد حق بر کافران
  • A iftiralara uğramış iftiracı, hileyi düzeni yaratan Tanrı, nasıl olur da senin hilene, düzenine kapılır?
  • خالق تزویر تزویر ترا ** کی خرد ای مفتری مفترا
  • Musa kavminden ol... hilenin faydası yok... senin hilen yel ölçmekten ibaret! 3455
  • آل موسی شو که حیلت سود نیست ** حیله‌ات باد تهی پیمودنیست
  • Suyun haddimi var, Tanrı emrini terk etsin de kafirlere su olsun!
  • زهره دارد آب کز امر صمد ** گردد او با کافران آبی کند
  • Sen sanıyor musun ki ekmek yemektesin? Yılan zehri, ömür törpüsü yiyorsun sen!
  • یا تو پنداری که تو نان می‌خوری ** زهر مار و کاهش جان می‌خوری
  • Fakat sevgilinin buyruğunu terk eden kişiye nasıl yarar?
  • نان کجا اصلاح آن جانی کند ** کو دل از فرمان جانان بر کند
  • Sanır mısın ki Mesnevi sözlerini okuyasın da ucuzca, bedavaca duyasın, anlayasın!
  • یا تو پنداری که حرف مثنوی ** چون بخوانی رایگانش بشنوی
  • Yahut hikmet sözleri ve gizli sırlar, kolayca kulağına girsin ağzına gelsin! 3460
  • یا کلام حکمت و سر نهان ** اندر آید زغبه در گوش و دهان
  • Duyarsın, duyarsın ama sana masal gibi gelir... dışyüzünü duyarsın, iç yüzünü değil!
  • اندر آید لیک چون افسانه‌ها ** پوست بنماید نه مغز دانه‌ها
  • Bir güzel, başına, yüzüne çarşafını örtmüş, senden yüzünü gizlemiş!
  • در سر و رو در کشیده چادری ** رو نهان کرده ز چشمت دلبری
  • İnadından Kuran, sana nasıl gelirse Şehname yahut Kilile ve Demine de öyle gelir!
  • شاه‌نامه یا کلیله پیش تو ** هم‌چنان باشد که قرآن از عتو
  • İnayet sürmesi gözünü aydınlatır, açarsa doğrucuyla mecazı o vakit ayırt eder, anlarsın!
  • فرق آنگه باشد از حق و مجاز ** که کند کحل عنایت چشم باز
  • Yoksa koku almayan adama mis de bir, fışkı da... değil mi ki koku almıyor! 3465
  • ورنه پشک و مشک پیش اخشمی ** هر دو یکسانست چون نبود شمی
  • Ululuk ıssı Tanrının sözünü okumaktan maksat kendini usançtan, elemden kurtarmaktır.
  • خویشتن مشغول کردن از ملال ** باشدش قصد از کلام ذوالجلال
  • Çünkü vesvese ve gussa ateşi, bu sözle yatışır... bu söz, insanın derdine deva olur.
  • کاتش وسواس را و غصه را ** زان سخن بنشاند و سازد دوا
  • Bu kadar bir ateşi söndürmede akılca duru ve temiz su da birdir, sidik de!
  • بهر این مقدار آتش شاندن ** آب پاک و بول یکسان شدن به فن
  • Vesvese ateşini, su da sidik de... her ikisi de uykunun, dert ve gussa ateşini söndürmesi gibi söndürür.
  • آتش وسواس را این بول و آب ** هر دو بنشانند هم‌چون وقت خواب
  • Fakat Tanrının ruhlu sözü olan bu temiz suyun, 3470
  • لیک گر واقف شوی زین آب پاک ** که کلام ایزدست و روحناک
  • Candan bütün vesveseleri tamamı ile giderdiğini bilsen gönül, gül bahçesinin yolunu bulur, o bahçeye varır.
  • نیست گردد وسوسه کلی ز جان ** دل بیابد ره به سوی گلستان
  • Çünkü Tanrı kitaplarının sırrından bir koku alan, bağlarda, dere kıyılarında uçar durur.
  • زانک در باغی و در جویی پرد ** هر که از سر صحف بویی برد
  • Sen yoksa velilerin yüzünü de bizim gördüğümüz gibi midir sanırsın?
  • یا تو پنداری که روی اولیا ** آنچنان که هست می‌بینیم ما
  • Peygamber bile müminler nasıl oluyor da benim yüzümü göremiyorlar diye hayrette kaldı.
  • در تعجب مانده پیغامبر از آن ** چون نمی‌بینند رویم مومنان
  • Halk, nasıl oluyor da yüzümün nurunu görmüyorlar? Halbuki o nur, doğu güneşinin nurunu bile aştı... 3475
  • چون نمی‌بینند نور روم خلق ** که سبق بردست بر خورشید شرق
  • Yok, görüp duruyorlarsa bu şaşırma nedir? diyordu. Nihayet o yüz, gizlilikler âlemindedir diye vahiy geldi.
  • ور همی‌بینند این حیرت چراست ** تا که وحی آمد که آن رو در خفاست
  • Yüzünü kâfirler görmesin diye sence ay ama halka göre bulut.
  • سوی تو ماهست و سوی خلق ابر ** تا نبیند رایگان روی تو گبر