English    Türkçe    فارسی   

4
3614-3638

  • Şeytan, şarap içmekten uzaktı; onu, kibir ve inkârı sarhoş etmişti. (T.M.)
  • آن بلیس از خمر خوردن دور بود ** مست بود او از تکبر وز جحود
  • Sarhoş, olmayanı var olarak gören, bakırı ve demiri de altın olarak gören kimsedir. (T.M.) 3615
  • مست آن باشد که آن بیند که نیست ** زر نماید آنچ مس و آهنیست
  • Ey Musa! Bu sözün sonu yoktur. Dudağını hemen oynat ki, yeniden yeşillikler bitsin. (T.M.)
  • این سخن پایان ندارد موسیا ** لب بجنبان تا برون روژد گیا
  • Musa emre uyunca, derhal yeryüzü yeşerdi, sümbüller ve iri taneli başaklarla doldu. (T.M.)
  • هم‌چنان کرد و هم اندر دم زمین ** سبز گشت از سنبل و حب ثمین
  • Kıtlık görmüş ve sığır açlığına uğrayıp, ölüm haline gelmiş olan Kıptiler, hemen o nimete saldırdılar. (T.M.)
  • اندر افتادند در لوت آن نفر ** قحط دیده مرده از جوع البقر
  • İnsanlar ve hayvanlar, birkaç gün Hakk’ın bu ihsanı ile karınlarını iyice doyurdular.(T.M.)
  • چند روزی سیر خوردند از عطا ** آن دمی و آدمی و چارپا
  • Karınları doyup bol bol nimet bulunca, isyankâr oldular; zaruret gidince azgınlaştılar. (T.M.) 3620
  • چون شکم پر گشت و بر نعمت زدند ** وآن ضرورت رفت پس طاغی شدند
  • نفس فرعونیست هان سیرش مکن ** تا نیارد یاد از آن کفر کهن
  • بی تف آتش نگردد نفس خوب ** تا نشد آهن چو اخگر هین مکوب
  • Bilmiş ol ki, beden aç kalmayınca, itaatkâr olmaz. Onu, tokken ibadete sevk etmek, soğuk demiri dövmek gibidir. (T.M.)
  • بی‌مجاعت نیست تن جنبش‌کنان ** آهن سردیست می‌کوبی بدان
  • O beden ve ondaki nefs ağlasa ve inim inim inlese de, aklını başına al, Müslüman olmaz. (T.M.)
  • گر بگرید ور بنالد زار زار ** او نخواهد شد مسلمان هوش دار
  • Nefis, kıtlık zamanı Musa’nın huzurunda, yerlere kapanıp yalvaran Firavun’a benzer. (T.M.) 3625
  • او چو فرعونست در قحط آنچنان ** پیش موسی سر نهد لابه‌کنان
  • İnsan, ihtiyaçtan kurtulunca azar. Hani eşeğin, yükünü atınca çifte fırlatması gibi... (T.M.)
  • چونک مستغنی شد او طاغی شود ** خر چو بار انداخت اسکیزه زند
  • İşi ileri gitti ve muradı oldu mu, ağlayıp inlemeleri hep unutulur gider! (T.M.)
  • پس فراموشش شود چون رفت پیش ** کار او زان آه و زاریهای خویش
  • Bir kimse, yıllarca bir şehirde otursa, hatta orada doğsa büyüse, sonra rüyasında… (T.M.)
  • سالها مردی که در شهری بود ** یک زمان که چشم در خوابی رود
  • İyi ve kötü şeylerle dolu bir şehir görse, kendi memleketini unutur. (T.M.)
  • شهر دیگر بیند او پر نیک و بد ** هیچ در یادش نیاید شهر خود
  • “Bulunduğum şehirde, yıllardan beri oturuyorum. Bu yeni şehir, benim memleketim değildir, ben burada iğreti bulunuyorum” demez. (T.M.) 3630
  • که من آنجا بوده‌ام این شهر نو ** نیست آن من درینجاام گرو
  • Belki, daimi surette, gördüğü o yeni şehirde bulunmuş olduğunu zanneder. (T.M.)
  • بل چنان داند که خود پیوسته او ** هم درین شهرش به دست ابداع و خو
  • Ruh da, doğup yer tuttuğu gayb âlemini, o eski vatanını, unutup bu dünyaya meyil gösterirse şaşılmaz. (T.M.)
  • چه عجب گر روح موطنهای خویش ** که بدستش مسکن و میلاد پیش
  • Çünkü bulutun yıldızları örttüğü gibi, uykuda, o eski vatanını hatırından çıkartır. (T.M.)
  • می‌نیارد یاد کین دنیا چو خواب ** می‌فرو پوشد چو اختر را سحاب
  • Hususiyle ruh, bu âleme gelinceye kadar birçok makama ayak basmıştır ki, o makamların tozu, hala onun idrakinden silinmemiştir.(T.M.)
  • خاصه چندین شهرها را کوفته ** گردها از درک او ناروفته
  • İnsan, başından geçenleri bilmek için, sıkı bir azimle işe girişip gönlünü arıtmamıştır ki! (T.M.) 3635
  • اجتهاد گرم ناکرده که تا ** دل شود صاف و ببیند ماجرا
  • Mücahade ile bir ruhun kalbi, esrar penceresinden başını çıkarır da, açılan gözü, evveli ve ahiri görür. (T.M.)
  • سر برون آرد دلش از بخش راز ** اول و آخر ببیند چشم باز
  • اطوار و منازل خلقت آدمی از ابتدا
  • Ruh-i insanî, evvela “Cemat” mertebesine geldi, oradan “Nebatat” mertebesine intikal etti. (T.M.)
  • آمده اول به اقلیم جماد ** وز جمادی در نباتی اوفتاد
  • Yıllarca “Nebatat” âleminde yaşadı da, “Cemat” âleminde bulunduğunu hatırlamadı. Hatta “Cemat” ile harbetti. (T.M.)
  • سالها اندر نباتی عمر کرد ** وز جمادی یاد ناورد از نبرد