English    Türkçe    فارسی   

4
3664-3688

  • Kısastan sonra ölürsün ama ölümünden sonra da, o kan uyumaz. “Artık ben öldüm, kurtuldum” deme! (T.M.)
  • خون نخسپد بعد مرگت در قصاص ** تو مگو که مردم و یابم خلاص
  • Bu dünyanın kısası, âlemin nizamı için bir çaredir. Ahiretteki kısasa nispetle, oyuncak gibidir. (T.M.) 3665
  • این قصاص نقد حیلت‌سازیست ** پیش زخم آن قصاص این بازیست
  • Dünyadaki ceza, ahiretteki cezaya nispetle oyuncak gibi kaldığı için, Cenab-ı Hakk, dünyaya “Oyun” demiştir. (T.M.)
  • زین لعب خواندست دنیا را خدا ** کین جزا لعبست پیش آن جزا
  • این جزا تسکین جنگ و فتنه‌ایست ** آن چو اخصا است و این چون ختنه‌ایست
  • بیان آنک خلق دوزخ گرسنگانند و نالانند به حق کی روزیهای ما را فربه گردان و زود زاد به ما رسان کی ما را صبر نماند
  • Ya Musa! Bu sözün sonu gelmez. Bırak, o eşekler çayırda otlasınlar. (T.M.)
  • این سخن پایان ندارد موسیا ** هین رها کن آن خران را در گیا
  • Hepsi de, o güzelim otlardan semirsinler. Haberin olsun ki, cehennemde, bunca azgın ve kızgın kurtlarımız lokma beklerler. (T.M.)
  • تا همه زان خوش علف فربه شوند ** هین که گرگانند ما را خشم‌مند
  • Bütün o kurtlar, feryat edip duruyor. Bu eşekler ise, onlar için makbul birer yiyecektir. (T.M.) 3670
  • ناله‌ی گرگان خود را موقنیم ** این خران را طعمه‌ی ایشان کنیم
  • Hoş nefesinin kimyası, bu eşekleri insan etmek istedi. (T.M.)
  • این خران را کیمیای خوش دمی ** از لب تو خواست کردن آدمی
  • Sen onları, lütuf ve cömertliğinle birçok defa davet ettin. Fakat (T.M.)
  • تو بسی کردی به دعوت لطف و جود ** آن خران را طالع و روزی نبود
  • Artık onlara nimet yorganını ört ki, çabucak gaflet uykusuna dalsınlar. (T.M.)
  • پس فرو پوشان لحاف نعمتی ** تا بردشان زود خواب غفلتی
  • Uykudan sıçrayıp kalkınca, onlar, mumu sönmüş ve sakiyi gitmiş bulsunlar. (T.M.)
  • تا چو بجهند از چنین خواب این رده ** شمع مرده باشد و ساقی شده
  • Onların azgınlığı, sana hayret verdi. Ama onlar ceza günü, sana tabiî olmadıklarına hasret çekeceklerdir. (T.M.) 3675
  • داشت طغیانشان ترا در حیرتی ** پس بنوشند از جزا هم حسرتی
  • Bizim adaletimiz zuhura gelince, her çirkin ve kötüye layık olan cezayı verir. (T.M.)
  • تا که عدل ما قدم بیرون نهد ** در جزا هر زشت را درخور دهد
  • Apaçık göremedikleri bir padişah, gizlice onlarla yaşıyordu. (T.M.)
  • که آن شهی که می‌ندیدندیش فاش ** بود با ایشان نهان اندر معاش
  • Sendeki ruh ve akıl gibi, onlar da seninledir ama asla onları göremezsin. (T.M.)
  • چون خرد با تست مشرف بر تنت ** گر چه زو قاصر بود این دیدنت
  • O ise, senin hareketini, duruşunu görür. (T.M.)
  • نیست قاصر دیدن او ای فلان ** از سکون و جنبشت در امتحان
  • Ne şaşılacak şeydir ki, bu böyleyken, sen akıl ve ruhu yaratanın seninle oluşunu caiz görmezsin! (T.M.) 3680
  • چه عجب گر خالق آن عقل نیز ** با تو باشد چون نه‌ای تو مستجیز
  • Bir kimse, akıldan gaflet ederek bir kötülükte bulunur. Sonra, aklı onu kınar ve ayıplar. (T.M.)
  • از خرد غافل شود بر بد تند ** بعد آن عقلش ملامت می‌کند
  • Sen aklından gaflet ettiğin halde, aklın senden gafil değildir. Onun seni ayıplaması, seninle beraber olduğundandır. (T.M.)
  • تو شدی غافل ز عقلت عقل نی ** کز حضورستش ملامت کردنی
  • Eğer akıl, seninle beraber olmayıp gafil bulunsaydı, yaptığın kötülüğü nasıl görür ve sana ayıplayış sillesini nasıl vururdu. (T.M.)
  • گر نبودی حاضر و غافل بدی ** در ملامت کی ترا سیلی زدی
  • ور ازو غافل نبودی نفس تو ** کی چنان کردی جنون و تفس تو
  • O halde aklın usturlap aleti gibidir ki, onunla varlık güneşinin yakınlığını bilirsin. (T.M.) 3685
  • پس تو و عقلت چو اصطرلاب بود ** زین بدانی قرب خورشید وجود
  • Aklın sana yakınlığı ve sendeki varlığı bile, anlatılmaz haldeyken ve o yolda, akıldan bahsedilmezken bile, Hakk’ın sana yakınlığındaki keyfiyetsizlik, daha yücedir. (T.M.)
  • قرب بی‌چونست عقلت را به تو ** نیست چپ و راست و پس یا پیش رو
  • قرب بی‌چون چون نباشد شاه را ** که نیابد بحث عقل آن راه را
  • Parmağındaki hareket, parmağının önünden, ardından, sağından, solundan değildir. (T.M.)
  • نیست آن جنبش که در اصبع تراست ** پیش اصبع یا پسش یا چپ و راست