English    Türkçe    فارسی   

4
3750-3774

  • 3750.Evet demez de hayır dersen o sözde boynunu vurur... o hayır sözü yüzünden Allahnın kahrı, senin pencereni kapatır. 3750
  • Şu halde hemen öylece hayran ol yalnız! Hayran ol ki önden arttan Allah yardımı gelsin.
  • Hayran olur şaşırır kalır, varlığından geçersen hal dili ile "Yarabbi bizi doğru yola götür" dersin!
  • Bu iş pek büyüktür, pek büyük... fakat titremeye başladın mı o büyük şey, sana yumuşar, dümdüz olur.
  • Çünkü bu büyüklük, münkire göredir... âciz oldun mu lûtuftur, ihsandır o.
  • Cebrail aleyhisselâm'ın kendisini Mustafa sallallahû aleyhi vesellem'e kendi suretiyle göstermesi ve yediyüz kanadından bir tanesi görününce ufku kaplaması ve bütün parlaklığıyle beraber güneşin görünmez bir hale gelmesi.
  • Mustafa Cebrail'e "Ey dost, suretin nasıl... 3755
  • Apâşikar olarak bana öyle görün de seni göreyim, sana bakayım " dedi.
  • Cebrail dedi ki: "Takatın yoktur göremezsin... duygu zayıftır, pek yufkadır!"
  • Peygamber "Görün bakayım da bu beden, duygunun ne derece zayıf ve kuvvetsiz olduğunu anlasın" dedi.
  • İnsanın bedenine Ait duygusu noksandır. Fakat içinde pek ulu, güzel bir huy vardır.
  • İnsanın bedeni ile ruhu taşla demire benzer. Fakat bu taşla demir, sıfat ve eser bakımından bir çakmaktır. 3760
  • Ateş, taşla demirden doğar... doğar da bu iki babaya kahırlar yağdırır!
  • Ateş, bedene ait bir sıfattır... fakat bedeni kahreder, alevler çıkarır!
  • Öyle olduğu halde yine bedende öyle bir ışık vardır ki ışık, İbrahim gibi ateş burcunu kahreder!
  • Hâsılı o bilgili peygamber "Biz, ileri gidenlerin artta gelenleriyiz" remzini söyledi.
  • Görünüşte bu ikisi de bir örse zebundur ama sıfat ve tesir bakımından demir madenlerinden bile üstündür. 3765
  • İşte insan da görünüşte cihanın fer'i dir... fakat sıfat bakımından insanı, cihanın, aslı bil!
  • İnsan zâhiren bir sivri sineğin tesiriyle mustarip olur; fakat içyüzü, yedi kat göğü bile kaplamıştır.
  • Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
  • Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
  • Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı. 3770
  • O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
  • Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.
  • Bu çavuşlarda sopalar, mızraklar, kılıçlar vardır... aslanlar bile onları görse heybetlerinden titrerler.
  • Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!