English    Türkçe    فارسی   

4
3762-3786

  • Ateş, bedene ait bir sıfattır... fakat bedeni kahreder, alevler çıkarır!
  • باز آتش دستکار وصف تن ** هست قاهر بر تن او و شعله‌زن
  • Öyle olduğu halde yine bedende öyle bir ışık vardır ki ışık, İbrahim gibi ateş burcunu kahreder!
  • باز در تن شعله ابراهیم‌وار ** که ازو مقهور گردد برج نار
  • Hâsılı o bilgili peygamber "Biz, ileri gidenlerin artta gelenleriyiz" remzini söyledi.
  • لاجرم گفت آن رسول ذو فنون ** رمز نحن الاخرون السابقون
  • Görünüşte bu ikisi de bir örse zebundur ama sıfat ve tesir bakımından demir madenlerinden bile üstündür. 3765
  • ظاهر این دو بسندانی زبون ** در صفت از کان آهنها فزون
  • İşte insan da görünüşte cihanın fer'i dir... fakat sıfat bakımından insanı, cihanın, aslı bil!
  • پس به صورت آدمی فرع جهان ** وز صفت اصل جهان این را بدان
  • İnsan zâhiren bir sivri sineğin tesiriyle mustarip olur; fakat içyüzü, yedi kat göğü bile kaplamıştır.
  • ظاهرش را پشه‌ای آرد به چرخ ** باطنش باشد محیط هفت چرخ
  • Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
  • چونک کرد الحاح بنمود اندکی ** هیبتی که که شود زومند کی
  • Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
  • شهپری بگرفته شرق و غرب را ** از مهابت گشت بیهش مصطفی
  • Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı. 3770
  • چون ز بیم و ترس بیهوشش بدید ** جبرئیل آمد در آغوشش کشید
  • O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
  • آن مهابت قسمت بیگانگان ** وین تجمش دوستان را رایگان
  • Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.
  • هست شاهان را زمان بر نشست ** هول سرهنگان و صارمها به دست
  • Bu çavuşlarda sopalar, mızraklar, kılıçlar vardır... aslanlar bile onları görse heybetlerinden titrerler.
  • دور باش و نیزه و شمشیرها ** که بلرزند از مهابت شیرها
  • Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!
  • بانگ چاوشان و آن چوگانها ** که شود سست از نهیبش جانها
  • Fakat bu yoldaki alelâde, yahut ileri gelen halka, padişahlar padişahından haber vermek içindir. 3775
  • این برای خاص وعام ره‌گذر ** که کندشان از شهنشاهی خبر
  • Bu heybet, halk ululanmasın, kimse başına ululuk külâhını giymesin diyedir, halka bir gösteriştir.
  • از برای عام باشد این شکوه ** تا کلاه کبر ننهند آن گروه
  • Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
  • تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
  • Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
  • شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
  • Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
  • پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
  • Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı? 3780
  • باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص
  • Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
  • حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
  • Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
  • طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
  • Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
  • هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
  • O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
  • آن زره وآن خود مر چالیش‌راست ** وین حریر و رود مر تعریش‌راست
  • Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü! 3785
  • این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد
  • Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
  • اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست