- İnsan zâhiren bir sivri sineğin tesiriyle mustarip olur; fakat içyüzü, yedi kat göğü bile kaplamıştır.
- ظاهرش را پشهای آرد به چرخ ** باطنش باشد محیط هفت چرخ
- Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
- چونک کرد الحاح بنمود اندکی ** هیبتی که که شود زومند کی
- Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
- شهپری بگرفته شرق و غرب را ** از مهابت گشت بیهش مصطفی
- Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı. 3770
- چون ز بیم و ترس بیهوشش بدید ** جبرئیل آمد در آغوشش کشید
- O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
- آن مهابت قسمت بیگانگان ** وین تجمش دوستان را رایگان
- Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.
- هست شاهان را زمان بر نشست ** هول سرهنگان و صارمها به دست
- Bu çavuşlarda sopalar, mızraklar, kılıçlar vardır... aslanlar bile onları görse heybetlerinden titrerler.
- دور باش و نیزه و شمشیرها ** که بلرزند از مهابت شیرها
- Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!
- بانگ چاوشان و آن چوگانها ** که شود سست از نهیبش جانها
- Fakat bu yoldaki alelâde, yahut ileri gelen halka, padişahlar padişahından haber vermek içindir. 3775
- این برای خاص وعام رهگذر ** که کندشان از شهنشاهی خبر
- Bu heybet, halk ululanmasın, kimse başına ululuk külâhını giymesin diyedir, halka bir gösteriştir.
- از برای عام باشد این شکوه ** تا کلاه کبر ننهند آن گروه
- Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
- تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
- Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
- شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
- Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
- پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
- Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı? 3780
- باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص
- Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
- حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
- Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
- طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
- Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
- هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
- O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
- آن زره وآن خود مر چالیشراست ** وین حریر و رود مر تعریشراست
- Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü! 3785
- این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد
- Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
- اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست
- Saflar yaran o ulu huysa hiç değişmemiş... doğruluk makamında!
- وآن عظیم الخلق او کان صفدرست ** بیتغیر مقعد صدق اندرست
- Değişenler bedene ait sıfatlar... baki olan ruhsa apaydın bir güneş.
- جای تغییرات اوصاف تنست ** روح باقی آفتابی روشنست
- O hiç değişmez, hiç başka bir hale gelmez... çünkü ne doğudandır ne batıdan!
- بی ز تغییری که لا شرقیة ** بی ز تبدیلی که لا غربیة
- Hiç güneş zerreden kendini kaybeder mi? Hiç ışık pervaneye bakıp da kendinden geçer mi? 3790
- آفتاب از ذره کی مدهوش شد ** شمع از پروانه کی بیهوش شد
- Hazreti Ahmet'in bedeninin o yüce ruhla alâkası vardı... bu değişme, bil ki bedene ait bir haldir.
- جسم احمد را تعلق بد بدآن ** این تغیر آن تن باشد بدان