English    Türkçe    فارسی   

4
474-498

  • Ağaç da cennet ehliyle konuşur, söz söyler, meyve de, akan duru sular da!
  • هم درخت و میوه هم آب زلال ** با بهشتی در حدیث و در مقال
  • Çünkü cenneti aletle yapmamışlardır ki... Orası amellerden, niyetlerden yapılmadır. 475
  • زانک جنت را نه ز آلت بسته‌اند ** بلک از اعمال و نیت بسته‌اند
  • Bu yapı ölü sudan, ölü topraktan yapılmıştır; o yapı diri ibadetlerle kurulmuştur.
  • این بنا ز آب و گل مرده بدست ** وان بنا از طاعت زنده شدست
  • Bu aslına benzer, dağınıklıklarla doludur... O da aslı olan ilme, amele benzer!
  • این به اصل خویش ماند پرخلل ** وان به اصل خود که علمست و عمل
  • Oradaki taht da, köşk de, taç da, elbise de cennet ehline sorular sorar, cevaplar verir!
  • هم سریر و قصر و هم تاج و ثیاب ** با بهشتی در سال و در جواب
  • Döşemesi, döşeyen olmaksızın döşenmiştir... O ev, süpürgesiz süpürülmüş, temizlenmiştir!
  • فرش بی‌فراش پیچیده شود ** خانه بی‌مکناس روبیده شود
  • Gönül evine bak! Gamla tozlandı mı süpürgeci olmaksızın tövbeyle süpürülür, arınır. 480
  • خانه‌ی دل بین ز غم ژولیده شد ** بی‌کناس از توبه‌ای روبیده شد
  • O yurdun tahtı, kimse taşıyıp götürmeksizin gider yürür... Kapı halkası da güzel seslerle şarkılar söyler, çalgılar çalar, kapı da!
  • تخت او سیار بی‌حمال شد ** حلقه و در مطرب و قوال شد
  • Gönülde de o ebediyet yurdu olan cennetin diriliği var... Fakat ne fayda, dilime gelmiyor ki, söyleyemiyorum ki!
  • هست در دل زندگی دارالخلود ** در زبانم چون نمی‌آید چه سود
  • Süleyman her sabah çağı halkı irşad için mescide girdi mi,
  • چون سلیمان در شدی هر بامداد ** مسجد اندر بهر ارشاد عباد
  • Gâh sözle, gâh nameyle, sazla gâh işle, yani rükû ederek yahut namaz kılarak halka öğüt verirdi.
  • پند دادی گه بگفت و لحن و ساز ** گه به فعل اعنی رکوعی یا نماز
  • İşle olan öğüt, halkı daha ziyade çeker... Çünkü bu öğüdü sağırların bile can kulakları duyar! 485
  • پند فعلی خلق را جذاب‌تر ** که رسد در جان هر باگوش و کر
  • Sonra bu öğüt de emirlik vehmi de az olur... Bu yüzden halka adamakıllı tesir eder!
  • اندر آن وهم امیری کم بود ** در حشم تاثیر آن محکم بود
  • Allah razı olsun, Osman’ın ilk halifeliğindeki hutbesi, işe öğüt veren, sözle öğüt verenden yeğdir.
  • قصه‌ی آغاز خلافت عثمان رضی الله عنه و خطبه‌ی وی در بیان آنک ناصح فعال به فعل به از ناصح قوال به قول
  • Osman, halife olur olmaz hemen koşup minbere çıktı.
  • قصه‌ی عثمان که بر منبر برفت ** چون خلافت یافت بشتابید تفت
  • Ulular ulusu peygamberin minberi üç basamaktı. Ebubekir, minbere çıkınca ikinci basamağa,
  • منبر مهتر که سه‌پایه بدست ** رفت بوبکر و دوم پایه نشست
  • Ömer de zamanında İslam’a ve dine saygısı dolayısıyla üçüncü basamağa oturmuştu.
  • بر سوم پایه عمر در دور خویش ** از برای حرمت اسلام و کیش
  • Osman’ın devri gelince o üst basamağa çıktı, o bahtı kutlu, oraya oturdu. 490
  • دور عثمان آمد او بالای تخت ** بر شد و بنشست آن محمودبخت
  • Herzevekilin biri ona sordu: “İlk iki halife, Peygamberin yerine oturmadılar.
  • پس سالش کرد شخصی بوالفضول ** که آن دو ننشستند بر جای رسول
  • Sen nasıl oldu da onlardan üstün olmaya kalkışıyorsun? Hâlbuki mertebe bakımından onlardan aşağısın sen.”
  • پس تو چون جستی ازیشان برتری ** چون برتبت تو ازیشان کمتری
  • Osman dedi ki: “Üçüncü basamağa otursaydım beni Ömer’e benziyorum sanırlardı.
  • گفت اگر پایه‌ی سوم را بسپرم ** وهم آید که مثال عمرم
  • İkinci basamağa otursaydım diyebilirlerdi ki bu Ebubekir’e benziyor, onun misli!
  • بر دوم پایه شوم من جای‌جو ** گویی بوبکرست و این هم مثل او
  • Bu üst basamak, Mustafa’nın makamı... O padişaha benzememe zaten imkânı yok. 495
  • هست این بالا مقام مصطفی ** وهم مثلی نیست با آن شه مرا
  • Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakın bir zamana kadar sustu kaldı.
  • بعد از آن بر جای خطبه آن ودود ** تا به قرب عصر لب‌خاموش بود
  • Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çıkıp gidecek kudret de!
  • زهره نه کس را که گوید هین بخوان ** یا برون آید ز مسجد آن زمان
  • Halkın ileri olanlarına da bir heybet çökmüştü, bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu!
  • هیبتی بنشسته بد بر خاص و عام ** پر شده نور خدا آن صحن و بام