English    Türkçe    فارسی   

4
500-524

  • Körün gözü, güneşin doğduğunu hararetinden anlar. 500
  • Fakat bu hararet, her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar...
  • Ve hararetinde bir sıkıntı bir hal vardır... Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönle bir ferahlık, bir genişlik verir!
  • Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahından, ben görüyorum, gözlerim açıldı benim der.
  • Güzelim, adamakıllı ve hoş bir sarhoşluktur bu... Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.
  • Bu körün güneşten nasibidir... Allah doğrusunu daha iyi bilir ya... Bunun gibi belki yüzlerce nasibi de var! 505
  • O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina’nın harcı mıdır?
  • Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüş perdesini oynatmaya kalkışıyor?
  • Perdeye elini sürerse vay ona... Allah kılıcı elini kesiverir!
  • Hatta el de nedir ki? Bilgisizliğinden serkeşlik eden başı bile keser, koparır!
  • Bunu söz olsun diye söyledim... Yoksa onun eli nerede, o nerede? 510
  • Hani derler ya... Teyzenin tenasül aleti olsaydı dayı olurdu, işte bu sözde onun gibi!
  • Dilden, sınıklıktan arınan göze... Söylenen nakledile gelen sözden görülen, bilinen hakikate yüz binlerce yıllık yol var desem yine de az söylemiş olurum!
  • Fakat kendine gel, sakın gökyüzünün nurundan ümit kesme... Allah dilerse o nur, bir anda sana erişiverir!
  • Mesela yıldızların madenlere yüzlerce tesiri vardır... Allah kudreti onu, madenlere her an ulaştırmadadır.
  • Gökyüzünde bir yıldız olan güneş, karanlıkları giderir... Allah güneşiyse Allah sıfatlarında daimidir. 515
  • Ey yardım isteyen, güneşin tesiri, beş yüzyıllık yola olan gökten yeryüzüne geliverdi ya!
  • Zuhale üç yüz bin beş yüz yıllık, hatta daha da nice fazla bir yol var... Fakat tesiri, anbean görünüp durmada!
  • Dilerse Allah, güneş doğunca gölgenin dürülüp kaybolduğu gibi onun da tesirini dürer kaybeder... Güneşe karşı gölgenin ne değeri olabilir?
  • Yıldız gibi tertemiz ruhlar, gökyüzündeki yıldızlara feyiz verir, yardım eder!
  • Görünüşte o yıldızlar, bizim varlığımıza, sağlığımıza sebeptir ama hakikatte bizim batınımız, bizim içyüzümüz, gökyüzünün durmasına, varlığına sebeptir! 520
  • Hûkemâ, insan küçük âlemdir derler, fakat Allah hakîmleri insan büyük âlemdir demişlerdir. Çünkü hûkemânın bilgisi, insanın suretine aittir, bu hakîmlerin bilgisiyse hakikatte insanın hakikatine ulaşmıştır.
  • Surette sen küçük bir âlemsin ama hakikatte en büyük âlem sensin.
  • Görünüşte dal, meyvenin aslıdır; fakat hakikatte dal meyve için var olmuştur.
  • Meyve elde etmeğe bir meyli, meyve vermeğe bir ümidi olmasaydı hiç bahçıvan, ağaç diker miydi?
  • Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan doğmuştur ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur.