English    Türkçe    فارسی   

4
509-533

  • Hatta el de nedir ki? Bilgisizliğinden serkeşlik eden başı bile keser, koparır!
  • دست چه بود خود سرش را بر کند ** آن سری کز جهل سرها می‌کند
  • Bunu söz olsun diye söyledim... Yoksa onun eli nerede, o nerede? 510
  • این به تقدیر سخن گفتم ترا ** ورنه خود دستش کجا و آن کجا
  • Hani derler ya... Teyzenin tenasül aleti olsaydı dayı olurdu, işte bu sözde onun gibi!
  • خاله را خایه بدی خالو شدی ** این به تقدیر آمدست ار او بدی
  • Dilden, sınıklıktan arınan göze... Söylenen nakledile gelen sözden görülen, bilinen hakikate yüz binlerce yıllık yol var desem yine de az söylemiş olurum!
  • از زبان تا چشم کو پاک از شکست ** صد هزاران ساله گویم اندکست
  • Fakat kendine gel, sakın gökyüzünün nurundan ümit kesme... Allah dilerse o nur, bir anda sana erişiverir!
  • هین مشو نومید نور از آسمان ** حق چو خواهد می‌رسد در یک زمان
  • Mesela yıldızların madenlere yüzlerce tesiri vardır... Allah kudreti onu, madenlere her an ulaştırmadadır.
  • صد اثر در کانها از اختران ** می‌رساند قدرتش در هر زمان
  • Gökyüzünde bir yıldız olan güneş, karanlıkları giderir... Allah güneşiyse Allah sıfatlarında daimidir. 515
  • اختر گردون ظلم را ناسخست ** اختر حق در صفاتش راسخست
  • Ey yardım isteyen, güneşin tesiri, beş yüzyıllık yola olan gökten yeryüzüne geliverdi ya!
  • چرخ پانصد ساله راه ای مستعین ** در اثر نزدیک آمد با زمین
  • Zuhale üç yüz bin beş yüz yıllık, hatta daha da nice fazla bir yol var... Fakat tesiri, anbean görünüp durmada!
  • سه هزاران سال و پانصد تا زحل ** دم بدم خاصیتش آرد عمل
  • Dilerse Allah, güneş doğunca gölgenin dürülüp kaybolduğu gibi onun da tesirini dürer kaybeder... Güneşe karşı gölgenin ne değeri olabilir?
  • در همش آرد چو سایه در ایاب ** طول سایه چیست پیش آفتاب
  • Yıldız gibi tertemiz ruhlar, gökyüzündeki yıldızlara feyiz verir, yardım eder!
  • وز نفوس پاک اختروش مدد ** سوی اخترهای گردون می‌رسد
  • Görünüşte o yıldızlar, bizim varlığımıza, sağlığımıza sebeptir ama hakikatte bizim batınımız, bizim içyüzümüz, gökyüzünün durmasına, varlığına sebeptir! 520
  • ظاهر آن اختران قوام ما ** باطن ما گشته قوام سما
  • Hûkemâ, insan küçük âlemdir derler, fakat Allah hakîmleri insan büyük âlemdir demişlerdir. Çünkü hûkemânın bilgisi, insanın suretine aittir, bu hakîmlerin bilgisiyse hakikatte insanın hakikatine ulaşmıştır.
  • در بیان آنک حکما گویند آدمی عالم صغریست و حکمای اللهی گویند آدمی عالم کبریست زیرا آن علم حکما بر صورت آدمی مقصور بود و علم این حکما در حقیقت حقیقت آدمی موصول بود
  • Surette sen küçük bir âlemsin ama hakikatte en büyük âlem sensin.
  • پس به صورت عالم اصغر توی ** پس به معنی عالم اکبر توی
  • Görünüşte dal, meyvenin aslıdır; fakat hakikatte dal meyve için var olmuştur.
  • ظاهر آن شاخ اصل میوه است ** باطنا بهر ثمر شد شاخ هست
  • Meyve elde etmeğe bir meyli, meyve vermeğe bir ümidi olmasaydı hiç bahçıvan, ağaç diker miydi?
  • گر نبودی میل و اومید ثمر ** کی نشاندی باغبان بیخ شجر
  • Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan doğmuştur ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur.
  • پس به معنی آن شجر از میوه زاد ** گر به صورت از شجر بودش ولاد
  • Mustafa, onun için ”Âdem’le bütün peygamberler, benim ardımda ve sancağımın altındadır” dedi. 525
  • مصطفی زین گفت که آدم و انبیا ** خلف من باشند در زیر لوا
  • O hünerler sahibi, onun için “Biz, sonda gelen, fakat en ileri giden ve öndölü alanlarız” buyurdu.
  • بهر این فرموده است آن ذو فنون ** رمز نحن اخرون السابقون
  • Suret bakımından ben Âdem’den doğmuşum ama hakikatte onun atasının atasıyım ben!
  • گر بصورت من ز آدم زاده‌ام ** من به معنی جد جد افتاده‌ام
  • Melekler, bana secde ettiler... Âdem, benim ardımdan yürüdü, yedinci kat göğün üstüne çıktı!
  • کز برای من بدش سجده‌ی ملک ** وز پی من رفت بر هفتم فلک
  • Hakikatte babam, benden doğdu... Ağaç, meyveden vücut buldu.
  • پس ز من زایید در معنی پدر ** پس ز میوه زاد در معنی شجر
  • İlk düşünce, iş âleminde son olarak zuhur etti. Hele vasfa mazhar olan düşünce! 530
  • اول فکر آخر آمد در عمل ** خاصه فکری کو بود وصف ازل
  • Hâsılı bir an içinde gökten nice kervanlar gelmekte, göğe nice kervanlar gitmektedir!
  • حاصل اندر یک زمان از آسمان ** می‌رود می‌آید ایدر کاروان
  • Bu yol, bu kervana uzun gelmez... Ova, üstün gelen kişiye geniş gelir mi hiç?
  • نیست بر این کاروان این ره دراز ** کی مفازه زفت آید با مفاز
  • Gönül, her an Kâbe’ye gitmekte... Benden de Allah lütfuyla gönlün tabiatına bürünmekte!
  • دل به کعبه می‌رود در هر زمان ** جسم طبع دل بگیرد ز امتنان